30 Aralık 2013 Pazartesi

PIRIL PIRIL BİR YIL OLSUN....


BÖYLESİNE PIRIL PIRIL, BÖYLESİNE AYDINLIK BİR YIL OLSUN.... 

2013'e veda etmeye hazırlanırken 2014 listeme neler yazsam diye düşünüyorum. 

2014'te...
Dünyamız doğaya uyum sağlasın. Her şey doğasına göre doğasında doğsun büyüsün... Tüm dünya insanları doğaya, canlılara saygılı olsun... İnsanın zevklerine, keyiflerine, lükslerine doğa ya da canlılar kurban olmasın.... Bereket olsun, bolluk olsun... 
Açlık olmasın, savaş olmasın, silah olmasın, kazalar olmasın, cinayet olmasın, kim vurdu olmasın...
Doğal afetler olmasın, canlar yanmasın, ocaklar sönmesin...
2014' te Türkiyem tarihimizin en sakin ve en doğru sonuçların ortaya konulduğu genel ve yerel seçimi yaşasın...
Ülkem huzur ve adalet bulsun, halkım objektif, gerçekçi olsun, at gözlüğü takmayan, daha akli selim düşünür daha sağlıklı ve kararlar alır olsun. Vekillerim çok çalışkan, emeğe saygılı, saygıyı en derinden hak eden insanlar olsun, hükümetim halkına hizmet etmeye bakanlardan olsun, en kaliteli en lider, en adam adamlardan biri milli eğitim bakanı olsun...
Belediyem şehrimin tarihine geçecek hizmetler versin...

2014'te hukuk hızlı ve adil işlesin... Mazlumun ahı kalmasın...
2014'te eğitim şart olsun. Eğitimsiz insan kalmasın...
2014 çocukların ve kadınların yılı olsun. Kadınların haklarına kadınlardan çok " anamdır bacımdır kızımdır" diyen erkekler sahip çıksın. Çocuklar tecavüz, şiddet korku, angarya bilmeden büyüsün... Çocuk satıcılar, dilenciler kalmasın....


2014'te 
Çocuklarım, ailem sağlıklı olsun, evlerimiz huzur ve kahkaha dolsun...
ASM biraz daha büyüsün, yeni ofis, yeni dekor, yeni danışanlar, yeni eğitimler, yeni konuklar... olsun. Kapımızın zili hep çalsın, ASM'ye gelen burda bulacağı neşeyi, huzuru, sevgiyi kendi hayatına da katsın, tüm danışanlarım hedeflerine ulaşsın, imkansızı hayatından çıkartsın. Tüm berardcılarım yaptıkları her işe odaklanabilmeleri sayesinde başarıdan başarıya ulaşsın. Yaşayacakları ve yaşatacakları farklarla bulundukları ortamda öne çıksın... 
Elbette bereketli bir yıl olsun... çalışmanın, yararlı olmanın, güzel sonuçlar almanın ve hak etmenin sonucu bol kazanç olsun... Bu kazançla daha güzel hizmetler verebilme, daha fazla insana katkıda bulunma şansım olsun...

13 Aralık 2013 Cuma

BEN PEDAGOG GÖRDÜM


BEN PEDAGOG GÖRDÜM



Çocuğunuz manyak mı?

Manyak ne mi demek?
Mükemmel olmayan çocuk demek.

Mükemmel çocuk nasıl olur?

Erken yatıp geç kalkar.
Uykusu geldiğinde, tıpış tıpış gider, sessiz sessiz yatağına yatar.
Önüne ne yemek konursa konsun, hangi öğün olursa olsun yer.
Emziği bırakma zamanı geldiğinde çat diye bir günde bırakır.
Yapmasını istemediğimiz bir şeyde ısrar etmez, annecim babacım siz nasıl uygun görürseniz, der.
Oyuncaklarını başka çocuklarla paylaşır, hep güler, arkadaşlarının saçlarını çekip burunlarını mıncırmaz.
Daha önemlisi hiç hasta olmaz. Olsa bile yarım gün içinde iyileşir.
1 yaşından önce konuşmaya başlar, mümkünse hem Türkçe, hem de İngilizce.
Bıraktığın yerde kendi başına sessizce oynar, annesini babasını bağlamaz.
Pastel verirsin Picasso olur, hamur verirsin Michelangelo, flüt verirsin Mozart.
Tuvalet eğitimini 3 günde tamamlar ve bir daha asla altına yapmaz.
Evde manyaklar gibi koşarken masanın köşesine kafa attığında veya salıncaktan uçup yerle bütünleştiğinde azıcık ağlar, olayı uzatmaz.
Çok konuşmaz, her atı otu ‘bu ne, niye’ diye sorgulamaz.

Bunlardan herhangi birini yapmıyorsa bildiğin davranış bozukluğu vardır.
Yani?
Manyaktır.

Çocuk manyaksa ne yapılır?
Pedagoga gidilir.

Ben çocuğum olmadan önce yıllarca pedagog tiryakisi anne babalarla dalga geçtim. Onları hunharca küçümseyip “Yaa hepimiz böyleydik yaa, çocuk bu, zamanla geçer, oluruna bırakacaksın, fazla kurcalamayacaksın. Pedagogların çoğunun kendi çocuğu yok zaten hahaha, onların söylediklerini ben de söyliyim sana” diye devam ederdim…

Geçen haftalarda karı koca pedagogla buluştuk.

Oturduk karşısına kadının.
“Yuvada yaptıklarını bize hiç anlatmıyor, sanki gizli bir hayatı varmış gibi” dedik.
Kadın habire bana bakıyor.
“Siz” dedi (eeyvah), “İşten eve geldiğinizde hiç gününüzü anlatıyor musunuz eşinize?”
Ne anlatıcam be, zaten bütün gün iş yetiyor, eve gelip bi de mesai mi yapıcam.
“Anlatmıyom” dedim.
Pedagog pek sevindi, “Bakın, oğlunuz anneye düşkün olabilir ama erkek çocukları hep babaya bakar ve onu örnek alır. Sizin yaptığınız herşeyi gözlemliyor ve taklit ediyor” dedi.
Hoppalaa, dakka bir, gol bir.
Yeminlen, yanımda oturan eşimin yüzünü görmememe rağmen, suratına yavaşça yayılan sırıtmayı hissettim.
“Siz bugünden itibaren işten her geldiğinizde mutlaka gününüzü anlatın, o da başlayacaktır”
Offf, iyi tamam, sıkıntı bendeymiş…
Başka?
“Bu aralar dişlerini sıkıp gıcırdatmaya başladı?”
Pedagog erken gelen golün gazıyla tam saha prese devam.
“Sizlerden biri kendini sıkar mı stres olduğunda?”
Eşim sırıtmayı bıraktı, dokunsan patlatacak kahkahayı. Gıcık.
“Eh yani işte, ben biraz kasılırım gibi yani öyle tam değil ama hani ne bilim”
Çevirmek istedim ama beyaz çarşafın üstündeki tatak gibi kaldım ortada.
Pedagog sağdan kendi yaptığı ortaya kafayı çaktı, “Daha önce söylediğim gibi erkek çocuk babayı örnek alır”. GOOOOL!
Ulan gelmez olaydık pedagoga, sinirlerim bozuldu be?!
“Peki tamam, bi de sinir krizi olayı var. O ne olacak?” diyecektim ki, cevabın ne olacağını tahmin ettiğimden, başka soruyla hedef şaşırtmaya çalıştım.
“Başka çocuklarla tepiştiğinde, birbirlerini mıcıkladıklarında ne yapmalıyız?”
Buradan da bana çakarsa pedagog, kesin bırakıcam maçı artık.
O cevap vermeden atlayıp devam ettim. Puan kazanmam lazım ya.
“Biz sorunları kendi çözmeyi öğrensin diye müdahele etmemeye çalışıyoruz. Kendini korumayı öğrenmesini teşvik ediyoruz” diye ekledim.

Bi laf vardır.

İstediğini söyleyen, istemediğini işitir.

“Çocuk fiziksel bir mücadele sırasında annesi babası, başka büyükleri oturup seyrederse bu çocukta ciddi bir sarsıntı yaratabilir”

Oldu sana 3-0.

“Hanım hadi kalk kalk, gidiyoruz, yeter bu kadar pedagog” demek istedim ama olmadı.
Eşşşek gibi oturup dinledik.

Yalnız herşey bittiğinde karımın yüzüne yerleşmiş olan sırıtma günlerce geçmedi.

Pedagogtan sonra on saat çemkirdim eşime. Bu ne ya, kötü herşey babadan, iyi herşey anadan, benim iyi huylarım hiç mi yok, onları niye taklit etmiyor, sevgiyi hep anne görüyor, bütün sorumluluk babada, baba ne yapsa yanlış, ne yapsa suç, vıdı vıdı vıdı…

Geçen, oğlanla arabacılık oynuyoruz yatakta. Arkadaş kullanıyor, ben yan koltuktayım. Elinde yemek kabının yuvarlak kapağı var, direksiyon niyetine.
“Nereye gidiyoruz?” dedim.
“Parka” dedi.
Yolda gidiyoruz, kapağın ortasına vurup “Düt düüüt” diye abandı sanal kornaya…
Arkasından bağırdı,
“Aptal adam yaa off yaa önüne bak be! Gerizekalı!”

Yutkundum.

Salak pedagog.

10 Aralık 2013 Salı

SEVGİLİ öĞRETMENİM...

Sevgili Öğretmenlerim lütfen okuyun.....
Ofise gelen öğrenci ve velilerden duyduklarım mesleğim adına beni üzüyor, şaşırtıyor. Bilinçli ya da bilinçsiz yapılan öğrenci ayrımlarının yarattığı krizi nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Sınıflarda ilk günlerde gözümüze kestirdiğimiz bir ya da bir kaç öğrenci dışındakileri yok saymak... Her olayda, her durumda "iyi" görülen öğrencileri öne çıkarmak, övmek, görevlendirmek, yetki vermek, diğerlerini ona göre kıyaslamak.... " Velilere dahi yansıtmak... Ve hatta veliye çocuğu, çocuğun yanında kötülemek, eleştirmek, yargılamak, beğenmemek... üzücü... Bazen ne söylediğimize bazen nasıl söylediğimize dikkat etmek gerekmez mi?
Öğretmen olduğum günden beri düşündüğüm ve uygulamaya çalıştığım şeydir " Bu çocuk benim çocuğum olabilir. Ve söyleyeceklerim benim çocuğum için söylense ben ne hissederim."
Lütfen siz de düşünün beğenmediğiniz o çocuk sizin çocuğunuz da olabilir. Ve bence en büyük şiddet, savunmasız olana yapılandır. Ve çok inançlı olanlar, olduklarını söyleyenler " en önemlisi kul hakkı" değil midir? Hele bu bir de çocuksa....



San Francisco Körfezi’ndeki bir okulda, okul müdürü üç öğretmeni çağırıp şöyle demiş:

“Siz üç öğretmen, sistemde en iyi ve en uzman kişiler olduğunuz için, doksan tane seçkin üstün zekalı öğrenciyi size vereceğiz.

Bu öğrencilerin gelecek yıl da hızlarını korumalarını sağlamanızı ve çok şey öğrenmelerini bekliyoruz.”

Üç öğretmen, öğrenciler ve öğrencilerin anne ve babası bunun çok iyi bir fikir olduğunu düşünmüşler.

O okul dönemi, hepsinin özellikle hoşuna gitmişti.

Okul bittiği zaman öğrenciler bütün San Francisco Körfezi’ndeki diğer öğrencilere göre yüzde 20–30 daha başarılıydı.

Yıl sonu geldiğinde müdür üç öğretmeni çağırıp onlara:

“Bir itirafta bulunmak istiyorum. En zeki öğrencilerin 90’ı sizde değildi.

Onlar ortalamanın biraz üstünde öğrencilerdi.

90 öğrenciyi sistemden tesadüfen seçtik.”

Öğretmenler, doğal olarak öğrencilerde görülen başarının kendi istisnai öğretme becerilerine bağlanması gerektiği sonucuna vardı.

“Bir itirafım daha var.” dedi müdür:

“Siz de en parlak öğretmenler değilsiniz.

İsimlerinizi bir şapkanın içine doldurduğum kâğıtların arasından rastgele seçtim.

SİZ İNANDIĞINIZ İÇİN BAŞARILI OLDUNUZ..

Bizler de çok başarılı öğretmenler olabiliriz. Eğer inanırsak... Bizim öğrencilerimiz, çocuklarımız da çok başarılı olabilir. Eğer inanırsak, inandırırsak....
Lütfen azıcık destek , azıcık inanç, azıcık olumlu cümle, azıcık adalet, azıcık eşitlik, azıcık sevgi, azıcık düşünce....


2 Aralık 2013 Pazartesi

GÜÇ KİMDE..

Adamın biri ormanda yürüyüşe çıkar. Adım adım ilerlerken yerde parlayan sihirli bir lamba bulur ve ovalamaya başlar. Kısa bir süre sonra içinden kocaman bir cin belirir ve adama üç dilek hakkı olduğunu söyler. Adam heyecanlanır ama sonra düşünmeye başlar; ne çok şey vardır aslında yapmak istedikleri listesinde. “Bu koskoca listeden 3 tanesini nasıl seçebilirim ki hepsi istediğim şeyler” der kendi kendine. Ve sonunda hepsi için tek dilek dilemeye karar verir;

-“Hayatta her istediğimi yapabilme, düşündüğüm her şeyi gerçekleştirebilme gücü istiyorum ve bu gücün hiç bitmemesini istiyorum.” Cin bir an duraksar ve gülümseyerek adama;

-”Zaten sizde olan bir gücü size veremem ki! Başka bir dileğiniz var mı?” diye sorar…

Araştırmalar, sorular, sorgular... Mutlu olabilmenin, herşeyi yapabilmenin yolunu herkes arıyor da kimse kendine bakmayı düşünmüyor. Aslında hayatın tüm güzel kapılarını aralayacak anahtar bizde saklı değil mi? Dilek dilesek dahi tıpkı biraz evvelki hikayede de olduğu gibi yanıtı da belli değil mi; “zaten bizde olan bize bir daha niye verilsin!”

Yapmamız gereken bizim kendi hazinemizi ve değerimizi fark etmemiz. Dolayısıyla belki de dileklerimizde “beni bende keşfetmeyi, güzelliğimi, değerimi fark etmeyi diliyorum” demek bize tüm kapıları aralamayacak mı? Ne dersiniz?
alıntı