28 Kasım 2013 Perşembe

SEÇİM BENİM ..



Bugün yaşayacağım her şeyi ben seçeceğim;

Ya kızacağım yağmura etrafı ıslatıyor diye, Ya da seveceğim onu çiçeklerimi suladığı için...

Ya sıkılacağım param yok diye, Ya da harcamalarımı planlayıp, müsriflikten uzak kalmaya çalışacağım...

Ya sızlanacağım bozulan sağlığıma, Ya da hayatta olmayı kutlayacağım...

Ya içli içli sitem edeceğim anne babama, beni büyütürken veremedikleri şeyler yüzünden, Ya da onları yürekten seveceğim beni dünyaya getirdikleri için...

Ya sıkıntı basacak dikenli güllere katlanmak zorundayım diye, Ya da dikenlerin gülleri var diyerek umut dolacağım...

Ya kaybettiğim dostlar için yas tutacağım, Ya da yeni insanlarla yeni dostluklar peşinde koşacağım...

Ya işe gitmek zorunda olduğum için mızırdanacağım, Ya da gidecek bir işim olduğu için sevinç dolacağım...

Ya ev işleri yapmak eziyet olacak bana, Ya da işlerini yaptığım o evde aklımı, ruhumu ve bedenimi barındırabildiğim için minnettar olacağım...

Belki yeni şeyler öğrenmek istemeyecek canım, Ya kızgın olacağım -öğrenmek gereken ne çok şey var- diye, Ya da ufak tefek de olsa faydalı ne varsa öğrenmeye çalışacağım...

L.Rosten

MASLOW VE KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRME GEREKSİNMESİ

Maslow Ve Kendini Gerçekleştirme Gereksinmesi

İnsancı görüşün önemli temsilcilerinden biridir. “Kendini Gerçekleştirme” kavramını ilk kez kullanan Maslow, her insanın değerli, kendine özgü duyarlı ve iyiye yönelik bir özbene sahip olduğu görüşünde Rogers ile birleşmektedir. Maslow’un inancına göre, olanak sağlandığında, her insan eninde sonunda kendini gerçekleştirerek, gizil güçlerinin farkına varacaktır. Maslow’un çalışmaları sağlıklı kişiliğin nasıl oluştuğu üzerinde odaklaşmıştır.

Sağlıklı bir kişiliğin gelişebilmesi için gerekli olan gereksinmelerden meydana gelen, piramit biçiminde bir gereksinmeler hiyerarşisi ortaya koymuştur. Bu gereksinmelerin en tepesinde kendini gerçekleştirme gereksinmesi bulunmaktadır. Ancak kişinin kendini gerçekleştirmek için güdülenebilmesi, daha alt basamaklarda yer alan fizyolojik, güvenlik, ait olma ve saygınlık sağlama ile ilgili temel gereksinmelerin yeterince doyum sağlamasına bağlıdır. Temel gereksinmelere doyum sağlayan insan kendini gitgide daha özgür ve iyi hissedecek, sonuçta kendisinde var olan tüm potansiyelleri açığa çıkaracaktır. Yani gerçek anlamda “kendisi” olacak, kendisini gerçekleştirecektir.
Kendini Gerçekleştiren İnsanların Özellikleri
Maslow, kendini gerçekleştirme ve büyüme gereksinmesine yönelik yaptığı çalışmalarda, kendini gerçekleştirme sürecine giren insanların, ortalama insanlardan daha farklı özellikler taşıdıklarını ifade etmektedir. Bu insanlar psikolojik açıdan sağlıklıdırlar. Psikolojik açıdan sağlıklı olmanın ne anlama geldiğinin tam ve kesin bir tanımı yoktur. Ancak, psikolojik sağlığın ne olduğunu bir parça somutlaştırabilmek için, Maslow’un kendini gerçekleştiren insanların özelliklerine ilişkin belirlediği nitelikler aşağıda kısaca özetlenmiştir.
Kendilerini, başkalarını ve doğayı olduğu gibi kabul ederler. Psikolojik sağlığı yerinde olan kimseler kendilerini kuvvetli ve zayıf yönleriyle olduğu gibi kabul ederler, kendilerinden hoşnutturlar. Ancak kendinden hoşnut olma, “kendini beğenmişlikle” aynı anlamda değildir. Psikolojik sağlığı yerinde olan insanların kendilerine olduğu kadar başka insanlara da saygıları vardır. Diğer insanların farklı duygu ve düşüncelerini hoşgörüyle karşılayarak, onları da oldukları gibi kabul ederler.

Gerçeği olduğu gibi algılayıp, içinde bulundukları ortama kolay uyum sağlarlar. Psikolojik sağlıkları yerinde olan insanlar, içinde bulundukları koşulları önyargısız, oldukları gibi algılarlar. Bu nedenle geleceğe yönelik, uygun tahminlerde bulunabilirler. Çevresel koşulları, çevrelerinde bulunan kişilerin özellikleriyle birlikte olduğu gibi kabul edebilirler. Eksik ve hatalardan aşırı düzeyde rahatsız olmazlar.

Daha derin kişilerarası ilişkiler kurabilirler. Kendini gerçekletirmiş kişiler herkese karşı büyük bir sevgi ve sempati duyabilirler. Kendilerine güvenli oldukları için, başka insanlarla derin ve sevecen ilişkiler kurmakta zorlanmazlar.
Yaşamdan gerçekten doyum alırlar. Bu insanlar yaşamaktan zevk alırlar. İşleri onlar için “oyun” gibidir. Her yeni güne keyifle başlayabilirler.

Özerk bir yapıları vardır, çevrelerinden bağımsızdırlar. Temel gereksinmelerini gidermiş olduklarından kişisel-psikolojik büyümelerine yönelik güdülerine yönelik güdülerine uygun davranırlar. Düşünce ve davranışlarında bağımsızdırlar, neyin doğru neyin yanlış olduğuna, kendi özerk değerler sistemine uygun olarak karar verirler. Yaşamlarında kendi ayakları üzerinde dururlar.

Yaratıcıdırlar. Kendilerine güvenleri tam olduğu için, hemen her konuda, başkalarından bağımsız düşünüp üretebilirler. Problemlere kendilerine özgü, alışılmamış çözüm yolları getirebilirler.

Sıklıkla doruk yaşantılar geçirebilirler. “Doruk yaşantısı” ile anlatılmak istenen, kişinin kendisini çok mutlu hissettiği, yaşantısının anlamını kavradığı coşku dolu anlardır. Derin estetik yaşantılar, yaratıcılık anları, sevginin en yoğun hissedildiği anlar, doruk yaşantılara örnek olarak verilebilir. Geçirilen böyle doruk yaşantılar, kendini gerçekleştirmenin geçici anları olarak kabul edilmektedir.
Demokratik bir kişilik yapısına sahiptirler. Bilgilerinin sınırlı olduğuna her zaman herkesten bir şeyler öğrenebileceklerine inanırlar. Koşulları ne olursa olsun her insana saygılıdırlar. Onların görüş ve isteklerini dikkate almaya açıktırlar.
Kendiliğinden, doğal davranırlar. Yapmacık davranışlara bürünmek gereğini hissetmezler, içlerinden geldiği gibi doğal ve saydamdırlar.

Kendileri dışında sorunlarla da ilgilenirler. Kendileri dışında, diğer insanlara da katkıda bulunabilecek bir amaçları vardır. Düşünceleri kişisel olmaktan çok evrenseldir.

Amaçlar ve araçlar arasındaki uygun ayrımlarını yapabilirler. Davranışları amaca yöneliktir. Varmak istedikleri amaçlar da “insanlığın özgürlüğü” gibi daha soyut ve üst düzey kavramlardır. Araçları amaca ulaşmak için kullanırlar. Örneğin “para” onlar için, sadece amaca ulaşmalarına yardım edebilecek bir araçtır.

Yalnız kalabilme gücüne sahiptirler. Zaman zaman tek başına kalmaktan hoşlanırlar. Kendi kendilerine yetebilen insanlardır.
İnsanlarla birlikte olmaktan hoşlanırlar, ancak toplumsal kalıplara karşı çıkarlar. İnsanlara yardımcı olmaktan, onlarla birlikte olmaktan da zevk alırlar. Ancak kendi davranışlarının toplumsal etkiler tarafından biçimlendirilmesinden hoşnut olmazlar.

Düşmanca olmayan bir mizah anlayışına sahiptirler. En sıkıntılı anlarda bile gülünebilecek bir şeyler bulabilirler. Olayların gülünecek yanlarını hemen bulup çıkarabilirler. Ancak yaptıkları espriler başkalarını küçültücü değildir.
Bütün bu özellikler, Maslow’a göre psikolojik sağlığı yerinde, kendini gerçekleştirmiş insanların özellikleridir. Ancak hemen eklemek gerekir ki çok az sayıda insan, bu özelliklerin tümünü kişiliğinde toplamaktadır. Kendini gerçekleştirme sürecine girmek, yetişkinlik dönemine ulaşmış olmayı ve daha alt aşamalardaki gereksinmelerin tümünün belli düzeylerde karşılanmış olmasını gerektirmektedir. Maslow, önemli olanın, bireyin kendini gerçekleştirme sürecine girebilmesi olduğunu ifade eder. Bireyin kendini gerçekleştirme sürecine girebilmesinde, yaşamının başlangıcından başlayarak aile gibi çeşitli toplumsal kurumların etkisi büyük olmaktadır. Eğitim kurumlarının öğrencilerin psikolojik olarak büyüyüp gelişmelerindeki payları oldukça önemlidir.

Derleyen: Özlem Kahvecioğlu
Kaynak: GELİŞİM ve ÖĞRENME
Prof. Dr. Münire Erden
Doç Dr. Yasemin Akman

HEPİMİZ İÇİN SINAV !

Sevgili Anne ve Babalar,

Çocuklarınıza gösterdiğiniz özen çok fazla, görüyorum… Onlara sizin tatmadığınız ilgiyi doya doya yaşatıyorsunuz. Her dakika onları düşünüyorsunuz. Dersanesini, sınavlarını takip ediyorsunuz. Hatta sadece çocuğunuzu değil tüm sınıfı belki eş, dost, komşu çocuklarının sınav sonuçlarını da öğreniyor ve bunları da çocuğunuzla paylaşıyorsunuz. Başka çocukların çözdüğü test kitaplarını takip ediyorsunuz. Hatta aynısından alma konusunda gayretiniz ve hızınız harika. Özel hocaları araştırıp en iyisinden ders aldırıyorsunuz. . Zaman zaman çocuklarınızla birlikte test dahi çözüyorsunuz. Sınavı olduğu zaman kapılarda bekleyecek kadar merak ediyorsunuz. Çocuğunuz eve geldiğinde her şey önemini yitiriyor ve tek önemli şey o ve sınav oluyor…

Gösterdiğiniz tüm gayretler için tebrik etmek gerekiyor sizleri. Gerçekten çoğu zaman insanüstü bir emek sarf ediyorsunuz. Bunu anlamamak imkansız.

Bir anne olarak bunu çok iyi anlıyor ve bu gayretlerinizin takdir edilesi olduğunu söylüyorum.

Gerçekten bir öğrenci gibi çalıştığınızı, bir öğretmen gibi yaklaştığınızı, bir yönetici gibi idare ettiğinizi, bir maliyeci gibi hesap kitap yaptığınızı, bir polis gibi takip ettiğinizi çok net görüyorum.

Bir öğretmen, bir eğitim danışmanı olarak tüm bu yapılanların, yapılma oranı, yapılış şekli yapılma nedeni ve özellikle doğruluğu da tartışılmalı ancak benim şu anda asıl merak ettiğim şey: Siz tüm bunları yaparken “ Çocuğunuzun ailesi kim oluyor ?” Ona sevgiyle ve gülümseyerek kapıyı kim açıyor. Ders çalışırken elini sırtına koyup dinlen biraz diyor. Kim ne olursa olsun ben seni seviyorum” diyor.

Oysa çocuğunuzun en çok bunlara ihtiyacı var. Ve tüm bunları da çocuğunuzun duyması gerekiyor. Belki bunları söylerken ona sarılmanıza da ihtiyaç duyuyor… Hatta belki bunları söylerken yanağına sevgiyle bir öpücük kondurmak da hiç fena olmaz…

Sizin onu sınava hazırlarken çok meşgul olduğunuzu ve zaman kalmadığını da düşünürsek… Ne yapacağız?

Çocuklarımıza sevgi göstermesi ve onların her durumda kabul edildiğini hissettirmesi için de “birini” tutmamız mı gerekecek?

Oysa çocuğunuzun bunları bizzat da sizden duyması gerekiyor.

Hadi o gün, bugün olsun. Bugün çocuğunuzu evde annesi ve babası karşılasın. Hem de öyle bir karşılasın ki çocuğunuz evine geldiğini, tüm kötü şeylerden uzakta ve güvende olduğunu hissetsin. Her türlü kabul edildiğini ve onaylandığını ve elbet çok sevildiğini görsün, hissetsin.

Bugün çocuğunuz dünyanın en iyi annesine sahip olduğunu düşünsün…

KIZ ARKADAŞLARIM !

Annem 'Kız arkadaşlarını unutma' diye tavsiyede bulunmuştu.. 'Yaşın ilerledikçe senin için daha önemli olacaklar, kocanı-çocuklarını ne kadar çok seversen sev, yine de kız arkadaşlarına ihtiyaç duyacaksın.. Onlarla bir yerlere gitmeyi ihmal etme.. Onlara vakit ayır ve kız arkadaşlarını daima hatırla.. Onlar sadece arkadaşların değil.. Senin kardeşlerin, kızların...' demişti..
 'Ne kadar komik bir öğüt. Daha yeni evlenmedim mi ? Artik ben evli bir kadınım. Kız arkadaşlarına ihtiyaç duyan bir genç kız değilim ki. Bundan sonra kocama hayatimi adamak, yapacağım tek şey olacak' diye düşünmüştüm...
Ama yıllar geçtikçe, çocuk olsa da ya da olmadıkça, kocalardan boşandıkça , sevgililerin biri gidip diğeri geldikçe, annemin dediklerinin ne anlama geldiğini çok iyi anladım.. Zaman geçiyor.. Hayat akıyor.. Mesafe ayırıyor.. Ask büyüyor.. Sonra azalıyor.. Kalpler kırılıyor.. kocalar evde bir yerde duruyor.. Veya evlilikler mahkemede son buluyor.. sevgililer değişip duruyor.. Erkekler arayacaklarını söyleyip, aramıyor.. İsler geliyor ve gidiyor.. Ebeveynler ölüp gidiyor.. Komsular değişiyor.. Ama kız arkadaşlar hep oradalar... Siz onları bırakmadığınız sürece.. 
Geçen yıllar ve arada kaç km. mesafe olduğu hiç önemli değil.. Bir kız arkadaş, hiçbir zaman ona ihtiyaç duyduğumuzdan daha uzak değil..Hayatınız içinde, öyle ya da böyle, yakin ya da uzak...arkadasınız olan kadınlara bunu söyleyin... Ben simdi yaptım bile... 
Tüm Kız Arkadaşlarıma Sevgiler. SİZİ SEVİYORUM
(alıntı)

27 Kasım 2013 Çarşamba

BAKMAK, GÖRMEK...

Bakmak zor iş, görmek daha da zor iş...
Başka açılardan bakmak, başkasının gözüyle görmekten bahsettik de bugün aklıma geldi bu anı...

3 yıl önce Ankara'dayız. Bir AVM'de yemek yiyoruz. Kızım tuvalete gitmek istedi. Bende etrafıma bakıp  o tavanlardan sarkıtılan ve kocaman yazılmış yazılardan aradım. Baktım ilerde var. Hemen gösterdim kızıma " Bak dedim orda kendin gidebilirsin" Kızım etrafına bakınıp hani nerde dedi. Ben dikkatli baksana kızım işte şurda yazıyor diye tekrar gösterdim. Kızım ben öyle bir şey görmüyorum dedi. Nasıl görmediğine neden daha dikkatli bakmadığına biraz da kızarak tekrar gösterdim. Ve yine görmediğini söyledi. Bu kez içimde tuhaf bir şey oldu " Hayır dedim ya hayır olamaz şaka yapıyor ya da beni kızdırmaya çalışıyor. Tekrar tekrar aynı dialog yaşandı ve sonunda anladık ki gerçekten görmüyordu. Şok şok şok!!!
Şaşkın üzgün kızgındım. Kendime kızgındım. Nasıl bir anne idim? Neden bunu daha önce fark etmemiştim. Kızım gerçekten de 4-5 metre ilerisini görmüyordu. Ard arda sorular sormaya başladım. Aslında ona sormuyor kendimle konuşuyordum. Kızımın kimbilir ne zamandır yaşadığı sıkıntıdan bi haberdim. Ve kimbilir ne zorluklar yaşamıştı...  Yavrum benim sen ne yaptın bu zamana kadar dedim.Görmeden nasıl devam ettin? Sınıfta ne yaptın? Tahtayı nasıl gördün? Ödevlerini nasıl yazdın?
Arkadaşlarımın defterine bakıyordum. onlara soruyordum dedi.
Peki neden daha önce bana söylemedin? Neden bu sıkıntını paylaşmadın dedim.
Anne ben herkes benim gibi görüyor zannettim dedi....
Sustum kaldım...
Evet nerden bilecekti... Kimse başkasının gözüyle göremiyor sonuçta değil mi....
O  görme sorunu yaşadığını  anlayamamıştı. Ben göremediğini anlayamamıştım. Üzgündüm çok üzgündüm.

Ben gördüğümü bilirim diyoruz ya... Bazen görmüyoruz ki...  Her zaman her şeyi görmek kolay değil... Hiç kolay değil... Kaldı ki nasıl baktığın önemli, nereye baktığın önemli, ne için baktığın önemli, ne görmek istediğin önemli...
Hele de bazen başkasının  gözleri ile bakabilmek, onun kulakları ile duyabilmek... Onun olduğu yerde olmak önemli....

18 Kasım 2013 Pazartesi

PANİK YOK SADECE GRİP OLDUM BEN!

Burnum akıyor... sesim çıkmıyor... görüşme yaparken sesim kendi kendime bile korku filmlerindeki efekt gibi geliyor... Bir de üstüne üstlük cumartesi asistanım canım olmadığı için yalnızdım. Telefon edenler ön görüşme isteyenler çat kapı çıkıp gelenler hep benimle muhatap olmak zorunda kaldı... Hele de tanışmaya öngörüşmeye gelenler için korkunç bir tablo.. Ben aslında normalde bu kadar da korkunç değilim diye uyarıyorum ama ne çare görüntü ile ses hiç uyumlu olmuyor...
Neyseki burnum akmıyor diyordum ki bugün çember tamamlandı. Artık mutluluğum göklere  ulaşmak üzere...
Dün pazardı. Pazar günleri olağanüstü bir durum olmazsa ya da bitirilmesi gereken bir seans yoksa çalışmıyoruz. Evdeyim. Bir telefon geldi. " Alo" dedim ama muhtemelen sesim karşı tarafa sadece karanlıklardan gelen bir uğultu gibi geldiği için (belki de arayan o olmasına rağmen telefon sapığı bile sanmış olabilir ) telefon direk kapandı. bir kaç dakika sonra tekrar çaldı. Tekrar açtım. Zorladım kendimi ses çıkartabilmek için. Nihayet karşı taraf bana bir şans tanıdı. Ama elbette sesimin tınısından aranmaktan mutlu olduğumu hiççççç hissedemedi. Hele de  hafta içinde bir güne randevu verirken "hani gelmesen de iyi olur. Ya da gel de gör gününü " dercesine öyle  bir çatlak oluştu ki... Gelecek mi hiç bilemiyorum.
Üstelik de ben telefonu kapatır kapatmaz kızım " Anne ya sen böyle iken ben seninle hiç konuşmak istemezdim. Hele de telefonda." deyince hani bir ihtimal belki karşıya yumuşayarak gidiyordur sesim tarzındaki tüm hayallerim suya düştü...
Şimdi randevu gününü sabırsızlıkla bekliyorum...  Geldiğinde cesaretinden dolayı kutlamayı dahi düşünüyorum...

ÖNCELİKLER...


Ne zaman; hayatında bazı şeyler çekilmez hale gelirse,
Ne zaman; yirmi dört saat kısa gelmeye başlarsa,
O zaman; kavanoz ve iki fincan kahveyi hatırlayınız…

İşte kavanoz ve iki fincan kahvenin hikayesi

Bir gün bir felsefe profesörü, elinde bazı malzemelerle derse gelir. Ders başladığında; hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe kavanozunu alır. Sonrada kavanozu ağzına kadar tenis topları ile doldurur. Ardından öğrencilerine kavanozun dolup dolmadığını sorar…

Bütün öğrenciler hep bir ağızdan dolduğunu söylerler.

Bunun üzerine; profesör önündeki kutulardan birinden aldığı çakıl taşlarını, kavanoza döker. Çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurmaya başlar. Profesör yeniden kavanozun dolup dolmadığını sorar.

Öğrenciler yine hep birlikte; ‘evet doldu’ derler.

Profesör bu defa da, masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker. Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur. Profesör yine aynı soruyu sorar. Öğrenciler de yine koro halinde ‘evet doldu’ derler.

Profesör bu kez ise masanın altında hazır bekleyen iki fincan kahveyi alır. Başlar kahveyi kavanozun içine dökmeye. Bu kez de kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Bunun üzerine öğrenciler gülmeye başlar… Ardından profesör öğrencilerine nasihat etmeye başlar;

‘Bu kavanoz sizin hayatınızdır.

Tenis topları; Hayatınızdaki önemli şeylerdir. Yani aileniz, çocuklarınız, sağlığınız, arkadaşlarınız gibi. Diğer şeyleri kaybetseniz de, bunlar hayatınızı doldurmaya yeter.

Çakıl taşları ise; Sizin için daha az önemli olan diğer şeylerdir. Yani işiniz, eviniz, arabanız gibi.

Kum ise; diğer ufak tefek şeylerdir. şayet kavanoza önce kum doldurursanız; Çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına yeterli yer kalmaz.

Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi; ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz; Bu defa da önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önemli olan şeylere çevirin.

Çocuklarınızla oynayın.

Sağlığınıza dikkat edin.

Sevdiklerinizle yemeğe çıkın.

Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın.

Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin.

Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin.

Gerisi hep kumdur…’

Bu arada bir öğrenci merakla şu soruyu sorar; ‘Hocam peki, o iki fincan kahve nedir?’ Profesör gülerek cevaplar; ‘Bu soruyu bekliyordum. Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun; Her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar yer vardır…’

ALINTI

15 Kasım 2013 Cuma

İNSAN İNSAN MI?

Kurtuldu mu acaba?
Tesadüfen bulunduğum bir ortamda tesadüfen şahit olmuştum duruma muhtemel boğazına bir şey kaçmıştı.. anne baba etraftaki insanlar hatta çok uzaktaki ben bile paniklemiştim. Yüreğim daralmıştı gerçekten.. Hemen bir taksiye atıp gittiler .. hala merak ederim. Hala zaman zaman gelir aklıma bbabın kucağında baygın yatışı... yetiştirdiler mi caba? Buldular mı hastane ve iyi bir sağlık görevlisi... Kurtuldu mu acaba? Paniklerine  acı da eklendi mi yoksa..
 2 gündür basında Yiğit in durumu... Bir doktorun ihmali mi desem aldırmazlığı duyarsızlığı mı? Bir annenin gözyaşları mı? Gözlerimin önünde o küçüçük o güzel çocuğun fotoğrafı...Olur olmaz geliveriyor aklıma... içimde bir sıkıntı.... tüm neşem tüm iyimserliğim kayboluveriyor birden.. bir keder ki anlatılmaz... Ben ki dış kapının mandalı...
Sonra yorumları okuyorum. Sabiha Hanımla buna benzer anıları olan onlarca insan.... İnanasım gelmiyor.. Aklım duruyor... kilitleniyorum.... Sabiha Hanım öyle davrandı mı gerçekten? Böyle mi davranırdı hep gerçekten? Doktor? Hem de çocuk doktoru? Neden o zaman bu meslek? Neden o zaman bu dal? Neden yapıyor insanlar bunu? Hatta nasıl yapabiliyor? İnsanın gözünü ne bürüyor? o küçücük beden o güzel çocuk benim bile bu kadar önüme geliyorsa nasıl uyuyor insanlar? Nasıl vicdan?
Sonra başka bir foto bir geyik yerde kanlar içinde.. bacaklarının arasında minicik minicikten daha minik 3 yavru.. Yavru bile olamamış daha.. Avcılar.. katliam... İçim ürperiyor bu kez... nefes alamıyorum sanki...Gözlerim doluyor atık. Ama ağlayamıyorum.. Yiğit yatıyor yerde... bir kadın ağlıyor... bir baba bağırıyor... çocuk babasının kucağında baygın kanlar akıyor ağzından... anne peşlerinden koşarken düşüyor yere kanlar içinde... geyik ağlıyor... yavrular gözlerini açıp bakıyor .. bakıyor ama taa içimde görüyorum bakışlarını... Neden diyor sanki bana? Neden vurdunuz bizi...
Bilmiyorum diyorum yutkunurken. İnan bilmiyorum. İnan bende anlamıyorum. Derken ağlamaya başlıyorum artık. Boğazım düğüm düğüm... Yiğit geliyor tam gözlerimin önüne yine gülümsüyor.. Ben ölmek istemiyorum diyor. Ben bir şey yapmadım. ben hiç kötü bir şey yapmadım... Bir kadın ağlıyor bir kadın yalvarıyor.. yavrular bakıyor Yiğit gülümsüyor çocuk baygın...
Sonra kızlarımı görüyorum.... Korkuyorum çok çok korkuyorum...
Kafam karışıyor... Beynimin devreleri yanıyor sanki. Anlayamıyorum. Anlamıyorum....
İnsan insan mı?
İnsan neden bu kadar vahşi oldu? Ne zaman oldu?
Hani o kurgu filmlerde olduğu gibi içimize bir şey mi kaçtı bizim...
İnsan insan mı?



9 Kasım 2013 Cumartesi




SAYGIYLA.... ÖZLEMLE... MİNNETLE....


BUGÜN NE ÖĞRENDİN ?

Babam çok ataerkil bir aile reisiydi. Evde olduğu pazar günleri büyük bir masanın çevresinde otururduk ve babam, ona o gün öğrendiğimiz yeni bir şeyi anlatmadan masadan kalkmamıza izin vermezdi. Masaya oturmadan önce ellerimizi yıkarken, kardeşlerime "Bugün ne öğrendiniz ?" diye sorardım. "Hiçbir şey" diye yanıt verdiklerinde, "Evet ama bir şey öğrenmemiz gerekiyor" derdim ve hemen gidip bir ansiklopedi karıştırır, sözgelimi, Nepal'in nüfusunun 1 milyon olduğu gibi bir şeyi öğrenir, masaya otururduk. Yemek boyunca da öğrendiğimiz bir şeyi düşünürdük. Ne nefis yemekler yerdik. Annem yaşamı boyunca yemek tarifleriyle ilgilenmemişti. Pişirdiği taze fasulye , masanın ortasında öylesine kocaman bir yığın oluştururdu ki, karşımda oturan kızkardeşimin yüzünü göremezdim. Yemeğini bitirince babam tabağını iter ve bana dönerek "Felice, bugün ne öğrendin bakalım ?" diye sorardı. Ben de "Nepal'in nüfusu..." diye başlardım.

Hiçbir şey o adamın gözünde önemsiz değildi. Sonra anneme dönüp, "Hanım, sen biliyor muydun..." derdi. Biz de onlara bakıp "Ne garip insanlar!" derdik. Arkadaşlarımıza "Annene ve babana Nepal'i anlatmak zorunda kalıyor musun?" diye sorardık. Onlar da "Bizimkiler bizim birşeyi bilip bilmememize aldırış etmiyorlar ki" derlerdi. Ama size bir sıırımı daha vermek istiyorum : Bugün bile Felice, yatağa girip çarşafların arasında keyifle kıvrılıp uyumak üzereyken, ne denli yorgun düşmüş olursa olsun, kendi kendine "Felice, bugün ne öğrendin?" diye soruyor. Bu soruyu yanıtlayamazsa, kalkıp bir ansiklopedi karıştırarak yeni bir şey öğrenme gereği duyuyor. Eğitim bu demektir belki de. Kim bilir?"

Yaşamak, Sevmek ve Öğrenmek - Leo Buscaglia

5 Kasım 2013 Salı

ANNELİK VAZİFESİNİ BU ARADA KİM YAPIYOR ?

Ağzınıza kaleminize sağlık Yüksel Bey diyor ve paylaşıyorum.....


Sevgili anneler...
İlk ağızdan aldığım bilgiye göre 8.sınıflar 3 hafta sonra ilk sınavlarına gireceklermiş. Danışanım olan anne ile seansımız esnasında gerçekleşen diyaloğumuzdan bir kesit vererek bir giriş yapmak istiyorum.
- Bu yıl 8. sınıfta olan ikiz çocuklarım var.
- Her gün test çözüyoruz.
- İyi bir Anadolu lisesine girmek için ihtiyacımız olan puana hala ulaşamadık.
- Sınavlarda gereken başarıyı gerçekleştiremiyoruz.
- Panik atağım aktive oldu...
Danışanım olan anne seansa geliş sebebini böyle sıralıyordu. Ve ilerleyen konuşmamızda şunu da ilave etti.
- Onlara yardımcı olabilmek için ders çalışıyor ve onlara anlatıyorum. Hatta mümkün olsa dershanede ki derslere bile gireceğim.
Tanıdık geldi mi sizlere de bu konuşmalar. Çocukları sınava hazırlanan pek çok evde yaşanan bir duruma çok güzel ayna tutuyordu bu konuşma.
- Çocuklarınızın başarısı için bu denli gayretli olmanızı yürekten kutluyorum dedim danışanıma.
Ve;
ANNELİK VAZİFESİNİ BU ARADA KİM YAPIYOR ? diye de ekledim.
Çocuklar daha bu yaşlarda üstlerine bindirilen ağır yükün altında inim inim inlerken,
BEN SEVGİMLE SENİN YANINDAYIM,
ÇALIŞMALARININ KARŞILIĞINI ALACAĞINA İNANIYOR VE SANA GÜVENİYORUM,
SORUMLULUKLARINI YERİNE GETİRMENİN RAHATLIĞINDA SINAVA GİRDİĞİNDE, SORULARI OKUDUKÇA KOLAYCA YAPTIĞINI GÖRECEKSİN.
YAPABİLECEĞİNİN EN İYİSİNİ YAPACAĞINA İNANIYORUM.
SENİ HER KOŞULDA SEVİYORUM...
Bunu çocuklarımıza kim söyleyecek...Çocuklarımızı başarabileceklerine kim inandıracak.
BAŞARI BİR HALDİR.
BAŞARI ÖNCELİKLE İNANMAK VE GÜVENMEK ENERJİSİNİ HAL EDİNMEKTİR.

YÜKSEL KÖKSAL

YORUMSUZ...

Bugün yine keyiflendik....

Berard Eğitimi alan Baran'ımızın annesi dediler ki:

"Ayşegül hanım söylenecek çok şey var düşünceler çok uzun buraya sığmaz hepsi, kısaca söylemek gerekirse bir akşam babası öğretmenini aradı Baran'ın ödevi hakkında bilgi almak için daha ödevi sormadan öğretmen konuşmaya başladı Baran bu sene çok iyi daha iyi dinliyor ve derse katılıyor, okuması çok hızlanmış,branş derslerine giren öğretmenlerde özellikle baran için konuşmaya geldiler ingilizce speaking dersinde özellikle çok başarılı ve buna benzer bir sürü şey söyledi. Evdeki durumda bahsedecek olursak kısaca Baran artık benim sadece oğlum değil çok yakın arkadaşım............."

Berard Eğitimi alan ikizlerimizin annesi dediler ki:

"Öğretmenleri çocuklarıma inanamayarak bakıyormuş. Size ne oldu böyle diyorlarmış. Daha önce yerinde duramıyordunuz şimdi ders dinliyorsunuz nasıl olabilir diyorlarmış. Özel ders öğretmenleri artık dinliyorlar ve anlattıklarımı anlıyorlar diyormuş.... Artık evde sürekli kontrol etmek zorunda kalmıyorum. Kendileri odalarına girip ders çalışıyorlar. 6 ay tamamlanınca biz ikinci kez gelmek istiyoruz..."

Aynı öğrencileri tanıyan bir aile dostları dedi ki:
 " O kadar sevdiler ki sizin ofisi ve eğitimi bitmesine yakın nerdeyse ağlayacaklardı..."

Bir ASM konuğu gönüldaşımız dedi ki:)

Asm yasam koclugu gercekten ınanılmaz keyıf verıcı bır yer,gıdıyorsunuz daha kapı acıldıgında pozıtıf bır enerjı sızı anında sarıyor , Vakıt nasıl gecıyor hıc anlamıyorsunuz ,ben daha hıc gıtmedım dıyen varsa tek bır şey soyluyorum " cok şey kaçırıyorsun dostum"


TEŞEKKÜRLER

2 Kasım 2013 Cumartesi

HER ŞEY OLMAK!

Yıllar önce idarecilik yaptığım dönemde bir öğretmen adayı ( henüz okuyordu hem de 3. sınıfta idi) görüşmeye geldi. Odama girer girmez koltuğa oturdu hem de gayet rahat bir şekilde oturdu. Kollar koltuğun kenarına uzandı bir bacağın üzerine diğer bacak üçgen bir şekilde yerleşti. Ve ben daha bir şey demeden " ben size yardımcı olabileceğimi düşündüm" dedi. (Vayyy dedim içimden yardımcı olmak ha!) Nasıl yardımcı olabileceğinizi düşündünüz peki dedim. Ben türkçe bölümünde okuyorum. Yani Türkçe, Sosyal, Tarih, Coğrafya derslerine de girebilirim dedi. ( Vayyy derse de değil derslere girmek...! Mumla arasam bulamam böyle bir öğretmeni ) Hımm dedim. Ayağa kalktım elimi uzattım. " Hocam çok tebrik ediyorum sizi dedim. Ben ki  20 yıla yakındır Tarih derslerine giriyorum. Buna rağmen  sadece kendi dersim için bile ben her şeyi biliyorum diyemiyorum. O nedenle gerçekten takdir ettim sizi dedim. Yani siz bize fazla gelirsiniz biz hiç harcamayalım sizi buralarda dedim.
Bir keresinde de dersane hizmetlisine günlük paspas çekmeyi ihmal ettiğini söylerken " Çok yoruluyorum size kolay geliyor" dedi. "Kolay olan ne" dedim. "Siz masada oturuyorsunuz tabi" dedi.   (Sadece oturmak!) Gülümsedim. Ben gerekirse senin işini yapabilirim. Peki ya sen sadece 1 saat benim masamda oturabilir misin" dedim. Tabi ne demek istediğimi dahi anlatamadım. 
Bakıyorum etrafıma herkes öğretmen herkes anne, herkes baba, herkes evli, herkes hakem, herkes siyasetçi... Yani herkes her şeyi biliyor ve herkes her şeyi hemen yapabileceğini düşünüyor. En acısı bilgisi olmadan fikri oluyor...
Bugün bir veli ile görüştüm. Sanırsınız yıllardır öğretmen, eğitimci, kişisel gelişim uzmanı... Çocuğuna her konuda destek. Her konuda donanımlı, her konuda fikri var. Her konuda çok bilgili.... 
Tek sorunu vardı bayanın .. " Anne olmayı unutmak...."
Ne kadar basit görüyoruz bazen bazı şeyleri... Ne kadar kolay görünüyor geriden.
Ne kadar kolay her konuda  fikir sahibi olmak... 

1 Kasım 2013 Cuma

NE ÇOK İHTİYACIMIZ VAR SEVGİYE...

Ne çok ihtiyacımız var sevgiye... Ne çok boşluk var içimizde.. ne az dile getirir olduk sevgimizi.. ve ne az duyar olduk sevgi cümlelerini... ne kadar az gülümsüyor ne kadar çok somurtuyoruz... ne zaman unuttuk sarılmayı... ne çok mesafe koyduk aramıza... Ne çok esirger olduk kendimizi, sevgimizi ...
Nerden öğrendik tüm bunları... ne zaman öğrendik.. kimden öğrendik... biz öğretmenler onca şey öğretmeye çalışıp başaramazken kimler bu kadar iyi öğretmen oldu bize... Nasıl bu kadar kalıcı oldu öğrendiklerimiz....
Ofise gelen öğrencilerimiz kapıyı ardına kadar açıp yüzümüzde kocaman bir gülümseme ile kucaklayınca onları uzun bir süre şaşkınlık yaşıyorlar resmen. Sonra öylesine alışıyorlar ve öylesine hoşlarına gider oluyor ki bu kez de ayrılmak istemiyorlar burdan.. Ve seansların sonlarına doğru nasıl da düşüyor omuzlar nasılda üzgün yüzler.... nasıl da uzatma çabasında oluyorlar görülmeye değer...
Bugün seansları biten bir öğrencimiz yaklaşık bir haftadır soruyor " yine gelebilecek miyim? " İstediğim zaman uğrayabilir miyim?" Ve istisnasız her gün bu cümleleri tekrarlayıp teyit edilmek istiyor...
Biliyoruz  ki bu üzüntü eğitimimizden onlara katkılarından çok daha öte bir nedenden kaynaklı... Onaylanma, değer görme, önemsenme ve elbet sevgi...
Ne çok ihtiyacımız var sevgiye...