Sessizliğiyle haykırıyordu çocuğum. Görmemek imkansızdı....
Ne yazacağımı nerden başlayacağımı hiç bilemiyorum aslında
ne kadar yazacağımı da. Ama bir tek şey biliyorum o da elimi hiç
kaldırmayacağım.
Ne kadar uzun olursa o kadar iyi demiştiniz. Doğduğum
zamandan başlayacağım. Şimdiye kadar bazen yüzeysel belki ama bazen çok derin
olacak bazen gereksiz bazense çok önemli bilmiyorum ama gerçekten çok samimi
olacak. Her şey inanın içimden geldiği gibi olacak. Yine dolandırıyorum galiba.
Neyse artık bu kadar yeter başlıyorum.
88’in Ekim’iymiş doğduğumda. Annem, ben o zamanlar
babaannemlerle hep beraberiz tabi. Babam beni gördüğünde ben dört aylıkmışım.
Yani bir nevi ayrılıklarla doğmuşum. Dört ay… Onun için mi bilmem uzaklık beni
pek fazla etkilemez. Özlemem pek fazla. ( Kardeşim bunun dışında tabi ) Çok
sessizim, sakin, uysal, uslu bir çocukmuşum ben küçüklüğümde üzmezmişim annemi
pek fazla. Benden bir yaş büyük halamın oğlu var. Çocukluğumuz beraber geçmiş.
Yani oyun arkadaşı sorunu çekmemişim. Ama o zamandan başlamış hayatımın her
safhasında benimle olan duygular. Hiç bir zaman en olmamak. Hep onu daha fazla
sevmişler annemin anlattığına göre, hep bana kızmışlar, azarlamışlar. Ben
bundan şikayetçi olmamışım ama annem çok üzülmüş o zamanlar. Neyse. Benim
hafızam kuvvetli galiba biraz. Daha iki üç yaşımda yaşadığım olayları
hatırlıyorum. Benim iki yaşımdan üç yaşıma kadar bir alışkanlığım varmış. Ben o
zamanlar kül yerdim hatırlıyorum bunu. Sigaraların külleri sobadan dökülen
küller… Annem bir tek bunu bıraktırmak
için çok uğraşmış herhalde. Dört yaşımda olmama rağmen çok da hatırlayamadığım
belki de hatırlamamam gereken bazı olaylardan sonra babam annem ve ben babaannemlerden
ayrıldı. O zamanlar tabi kendimize ait bir evimiz olmadığından köyde bir
tanıdığın boş evine yerleştik. Babam köydeyken orada kalıyorduk, gemide ikense
anneannemlere gidiyorduk. Tabi ben küçük dayım da orada olduğu için orada çok
mutlu oluyordum. Bunun içindir mi bilmem anneannemleri hep daha çok sevdim. Ben
yedi pardon altı yaşımdayken döndük köye geri ve artık kendi evimize. O yılın
Eylül’ünde de ben okula başladım. Belki daha yedi yaşımda idim ama çalışmam
gerekiyordu bunu biliyordum. Çalışmam gerekiyordu. Çünkü babamı yılda bir görüyordum.
İnanın daha yedi aşımda bunu düşünüyordum. İşte şimdi bazılarının yaptıklarını
çok çocuksu diye kızmam onların benim yedi yaşımda yaptıklarımı
yapamamalarıdır.
Neyse çalıştım. Hep iyi idi. Daha da iyisi olması için
çalıştım. Başardım bir nevi gerçekten başarılı oldum. Arkadaşlarım tarafından
da çok seviliyordum. Çünkü bende onları gerçekten seviyordum. Evet seviliyordum. Öğretmenlerim tarafından
da seviliyordum. Ama çok da değil. Bilmiyorum belki de onlara kendimi
sevdirecek şeyleri çok da yapmadığımdandır. Ya da beni bir olayda diğerlerinden
başarılı diye ayırıp bana başka davranmaya çalıştıklarında onlarla tartışmaya
girdiğimdendir. Çünkü suçluysan suçlusundur, doğru yaptıysan da doğrudur. Evet,
çalışkandım başarılıydım. Ama bunu hiçbir zaman kullanmaya çalışmadım. Her
zaman alçak gönüllü olmaya çalıştım. Sadece yalnız sevdiğim insanların
sevgisini kazanmaya çalıştım. Sırf öğretmen diye (okuldan örnek veriyorum ) bir kişinin
sevgisini kazanmayı asla amaçlamadım. Çünkü böyle kazanılan sevgilerin hiçbir
işime yaramayacağın daha önce anlamıştım.
Sekizinci sınıftaydım sonunda. Yeni gelen okul müdürü ve
yeni gelen Türkçe öğretmenim sağ olsunlar bizi sınavlara hazırlamaya
çalıştılar. En azından LGS ‘nin önemini bize kavrattılar. Evet LGS’nin önemini
kavradım gerçekten. Ama pek de çalışmadım sınavlar için. Çünkü çok fazla
zorluğunu görmüyordum. Neyse sınav sürecinde biz İnebolu’da kursa gittik. Bu kursa iki kız iki
de erkek gidiyorduk. Kursta bir deneme sınavı yaptılar. Bu denemede benle
beraber kursa gelen iki kızdan biri ikinci biri dördüncü oldu. Bu sınavda ben
de iyi hatırlıyorum sekizinci oldum. Pazartesi okul başladı. Törenden sonra
bizim müdür çıkarttı iki kızı, milletin önüne durumu anlattı, millete onları
alkışlattı. Bir de bana oradan ‘ senden de bekliyorum aynı başarıyı yaparsın
artık ‘dedi alaylı bir şekilde. Ben belli etmedim ama bu çok koydu bana. Neyse
kendini çok severdim bir İngilizce öğretmenimiz vardı bana geldi ve aldırmamamı
söyledi yine çok samimi ve beni gerçekten diğerlerinden çok daha fazla seven
bir matematik öğretmeni vardı
O da bana ‘sen çok
daha iyi olacaksın ‘dedi. Evet bir hafta sonra yapılan sınavda ben
diğerlerinden çok daha iyi bir sonuç aldım dereceye de girdim ama bana onlara
yaptığı gibi çıkarmadı törende. Öyle
yapması çok daha iyi oldu benim için. LGS geldi çattı. Sınav çok iyi idi benim
için. Ama sonuçları gazeteden çıkarttık. Baktık millet uçmuş ben okulda beşinci
falan oluyorum Daha sonuçları gelmeden sene sonu karneleri alırken müdür yine
tip bir şekilde hangi okula gideceksin diye sordu. Kendimden emin bir şekilde .......... Lisesine dedim. Ama o yine alaylı ‘kazanabilecek misin bari?’ dedi. Ben sakin
sakin evet demekle yetindim. Birkaç ay sonra sonuçlar açıklandığında benim
gerçekten iyi olduğum okulda en iyi olduğum, İnebolu’da da en iyilerden olduğum
ortaya çıktı. Gazetedeki sonuçlara bakarken ( ben uçmayı fazla sevmem) bir ben
netimi doğru hesaplamışım. Geçenlerde ilköğretim okulun internet sitesine
girdim. Onlar için ne kadar önemsiz
olduğumu bir kere daha anladım. Okuldan şimdiye kadar en yüksek puanı alan
öğrenci olmama rağmen ismim oraya yanlış yazılmıştı. Okuldan ve kendimden ve
diğerlerinden ve olanlardan biraz fazla bahsettim. Herhalde uzun süredir
böylesine anlatacak birini arıyordum. Bunları sizinle daha sonra konuşmak
isterim. Çünkü yazmakta yetmedi bana bu
sefer…
Kastamonu’ya geldim
en sonunda. Kastamonu’da yatılı kalaktım. Yatılı kalmaya çabuk alıştım.Ben
önceden de yazmıştım ayrılıklara alışığım. Hentbol oynamaya başladım. Sevdiğim
bir şeyi yapmaya başlamıştım. Sonra
hentbol kız takımında bir kızdan hoşlandım. Kızara bozara ben o kıza arkadaşlık
teklif ettim. Kız beni reddetti. O zaman çok üzüldüm, ağladım. Ama sonra
anladım zaten bana göre değilmiş. Biliyor musunuz bu olaydan sonra sezgilerim
çok daha kuvvetlendi. Artık yüzüne baktığım an insandan dokuzuncu karakterini
tahmin edebiliyorum.
Ben kendimi çok çirkin bulurdum eskiden. Bu lise ikiye kadar böyle devam etti. Lise
ikide bazı şeyleri fark ettim. Aynanın karşısına geçtim baktım. Hiç de çirkin
değilmişim, hatta yakışıklı bile sayılırmışım. Lise iki benim için çok güzeldi.
Derdim tasam azdı. Okul iyi idi, dershanede iyi idi, arkadaşlarla beraber
birkaç kez şehir dışına gidip gezme fırsatı bulduk. Ama lise iki kötüydü de.
Çünkü yalnız kaldım. Çok yalnız kaldım. Hem de o kalabalığın içinde yalnız
kalmak çok üzdü beni. Bir şeyleri hep yanlış yapıyordum. Sanki herkes kaçıyordu
benden. Yani hazırlıktayken, 9.
sınıftayken herkes gelir ve belki de ilk bana açılırlar bana konuşurlardı.
Dertlerini bana anlatırlardı. Bir derdim olduğunu hissettiklerinde gerçekten
samimi olarak gelip sorarlardı. Yani bunlardan yoksun olmak beni üzdü, kırdı.
Aslında kırgınlığım onlara olmadı. Ben kendime kızdım. Her zaman bir şeyleri
yanlış yapıyorum. İnsanları hep kendimden kaçırıyorum diye. Acaba öyle miydi gerçekten? Yani bende miydi sorun? Yoksa onlarda mı?
Bu yıl pek güzel başlamadı aslında. Ama sonra güzelleşti.
Sonra yine kötü ve şimdi sizin sayenizde gerçekten güzel.
Biraz dershaneden biraz da sizden bahsetmek istiyorum artık.
Aslında ben lise ikide dershaneye gitmeyi hiç düşünmüyordum lise birdeyken.
Dershaneler sınav yaptı. Çok kötü olmayan bir sonuç aldım ..... den. Beş
altı arkadaş geldik bir gün konuşmak için ve mümkün olursa anlaşmak
için. bir ağbi vardı. Ve bir de ...... hoca vardı ben tarihçiyim dedi
bize. Benim kanım ısındı ona. TM’ci
olacağız ya. İyi, Tarihçi iyi dedim. Bu
hoca girer inşallah dersimize. Sonra ilk gün siz geldiniz. Ben karakter
okuyorum ya, işte dedim bu hoca da böyle
böyledir. Herhalde. Aslında pek de yanılmamışım. Bir yıl hatta bu yılın başında
da bir süre Ayşegül Hoca iyidir, bizim için çok uğraşıyor, bizi seviyor… Ama
gerçekten Ayşegül Hoca’ya bunları ve daha önce anlattıklarımı anlatırım hiçbir
zaman olmadı. Fakat siz beni çağırdınız, benimle konuşmak istediniz. Benim yine
aklıma bunlar yani bu kadarının olacağı gelmedi. Herhalde kötü gidiyorsun,
çalışmıyorsun falan diyeceksiniz zannettim. Zaten size geldiğim zaman da kötü
bir durumdaydım. İki gün sonra tekrar dershaneye geldim konuşmaya. İki gün
sonra bir daha, iki gün sonra bir daha… ve baktım gerçekten Ayşegül Hoca başka
bambaşka… Bir öğretmenden öte, çok öte. Ve ben Ayşegül Hoca’nın sevgisini
kazanmaya çalışıyorum. O’nun sevgisini kazanmak için bazı şeyler yapıyorum.
Çünkü lazım. O sevgi bana lazım. O’nun enerjisi, gücü… Şimdi bu kâğıdı yazmak
bile beni mutlu ediyor. Tıpkı kardeşimle konuşurken gülümsemem gibi ya da
Ayşegül Hocamın söylediğine göre bakışlarımın değiştiği gibi bilmiyorum. Acaba
olmasaydınız siz, ben bu yıl mutlu olabilir miydim? Hocam iyi ki varsınız ve
iyi ki bana değer veriyorsunuz ve bunu bana hissettiriyorsunuz. Sizi çok
seviyorum.
Uzun süre görüştük. Sonra araya yollar, yıllar gird tekledikç. Çok zaman oldu haberim yok. Ama bilin ki da artık iş güç sahibi bir insan bir yetişkin... Hatta insanlarla ve iletişimle ilgili çalışıyor. Evlendiğini duymuştum en son: belki çocukları bile var şimdi... Ama nerde ne yapıyor olursa olsun eminim elinden gelenin en iyisini yapıyordur...
Bir cocugun taa en derinlerine inebilmek ne kadar zor ve ne kadar önemlidir. Bunu basarmissiniz ve sunu biliyorum ki haberlessenizde haber alamasaniz da bu yaziyi yazan kisi omur boyu sizi unutmayacaktir emin olun. Ben unutmuyorum çünkü kendi hocalarimi.. sevgiyle kalin
YanıtlaSil:)tıpkı benim de onu hep hatırlayacağım gibi... çok teşekkür ederim... sevgiyle....
YanıtlaSil