15 Ocak 2014 Çarşamba
13 Ocak 2014 Pazartesi
DOLMUŞ MACERALARI...
Sabah sakinliği içinde ilerlerken dolmuşumuz çarşıya doğru, "arkaya doğru ilerleyelim mi biraz" diyen şoför... Buna da hep gülerim. Nazik amcam tamam da ilerleyelim mi derken herkesin keyfine kalıyor ya durum.. kimse kıpırdamıyor yerinden.. sanki tapuladık sanki daha önce başka bir talimat aldık "burası senin koru" dediler sanki... Bir de şu ortalı duranlar var ya... bir eliyle sağdan bir eliyle soldan tutup tam ortada duranlar.. hani çocuklar küçükken otomobilde iki koltuğun tam ortasında otururlar ya ön tarafa laf atmak için yine ön orta camı kullanırlar ya dışarı bakmak için .. Bizim dolmuşlarda da böyle ortacılar var... otobüsün ortalarında ayakta duran yolcuların hani sırt sırta vermesine aldırmadan " ya bunlar da niye böyle duruyor demeden.." hatta hiç istifini bozmadan tam ortada dikilenler.. Onlarda durdukları yerden ( ki orası orta) otobüsün ön büyük camını kullanıyor sanki inecekleri durağı görmek için... Çocukluğunuzu mu yaşayamadınız arkadaşım... ortanın insanı mısınız? Ortam nereye ise siz oraya mısınız? Ortamın aykırısı mısınız? Siz nesiniz? Amacınız ne? Neden yapıyorsunuz bunu? Arkadaşım ne diye ortada dikiliyorsunuz...
Hayır sorun değil arkaya doğru ilerleyemiyoruz.... !!!
Bu arada bugün aniden bir bağırtı hatta çığırtı koptu dolmuşta..."İki dakka da aldılar telefonumu cebimden " diye.. Sağa sola bakındı teyzem. Biri numarayı biliyon mu teyze dedi... O da bir kaç denemeden sonra söyleyebildi. Bir yardımsever ve atılgan arkadaş hemen numarayı çevirmeye başladı. Bu arada başka bir ağbi yanına aldın değil teyze dedi. Teyzem kızdı aldım tabi dedi. O sırada telefon çalmaya başladı... Ve ah diye bir ses duyuldu. Teyzem.. elindeki çantayı kurcalamaya başladı. Burdaymış neyse...
Bu kadar herkes birbirine bakındı. Ama teyzem kimseye bakıp ya kusura bakmayın demedi...
Ne kolay suçlar olduk. Ne kolay yargılayıp infaz eder olduk...
Ve özür karneyle satılır oldu...
Hayır sorun değil arkaya doğru ilerleyemiyoruz.... !!!
Bu arada bugün aniden bir bağırtı hatta çığırtı koptu dolmuşta..."İki dakka da aldılar telefonumu cebimden " diye.. Sağa sola bakındı teyzem. Biri numarayı biliyon mu teyze dedi... O da bir kaç denemeden sonra söyleyebildi. Bir yardımsever ve atılgan arkadaş hemen numarayı çevirmeye başladı. Bu arada başka bir ağbi yanına aldın değil teyze dedi. Teyzem kızdı aldım tabi dedi. O sırada telefon çalmaya başladı... Ve ah diye bir ses duyuldu. Teyzem.. elindeki çantayı kurcalamaya başladı. Burdaymış neyse...
Bu kadar herkes birbirine bakındı. Ama teyzem kimseye bakıp ya kusura bakmayın demedi...
Ne kolay suçlar olduk. Ne kolay yargılayıp infaz eder olduk...
GİBİ OLMAK ...
Doğa gibi olsak keşke...
Toprak gibi olabilsek mesela.. toprak gibi üretken, verici...
Su gibi olsak mesela berrak, şeffaf, sakin ama güçlü...
Hava gibi olsak mesela etrafımızdaki insanlara nefes alma şansı versek, rahatlatsak...
Ateş gibi olsak mesela ısıtsak sıcacık yapsak bulunduğumuz ortamı ama bir o kadar da dikkatli olunsa yaklaşılırken...
Ağaç gibi olsak hatta belki bir çınar.. ulu, yüce, imrendirecek kadar güzel, heybetli, asırlık...
Doğa gibi olabilsek keşke...
Toprak gibi olabilsek mesela.. toprak gibi üretken, verici...
Su gibi olsak mesela berrak, şeffaf, sakin ama güçlü...
Hava gibi olsak mesela etrafımızdaki insanlara nefes alma şansı versek, rahatlatsak...
Ateş gibi olsak mesela ısıtsak sıcacık yapsak bulunduğumuz ortamı ama bir o kadar da dikkatli olunsa yaklaşılırken...
Ağaç gibi olsak hatta belki bir çınar.. ulu, yüce, imrendirecek kadar güzel, heybetli, asırlık...
Doğa gibi olabilsek keşke...
4 Ocak 2014 Cumartesi
ZİHNİ BOŞ BIRAKMAMAK LAZIM !!
Akşam bir kedi gördüm eve dönerken. Merdivenin kuytu bir köşesinde öylece durmuş boş boş bakıyordu. Belki aç, belki yorgun belki üşümüş belki az önce bir darbe yemişti. Öylesine sinik, öylesine görünmez olmayı diler gibiydi hali...
Sonra düşündüm. Aslında yok farkımız. Kimi kediler çok şanslı sıcacık bir evde sevgi dolu kucaklarda yedikleri önlerinde... kimileri de böyle sokaklarda ve muhtaç.. belki sevgiye belki yiyeceğe.. Sonra dedim ki kediler ya da hayvanlarda kadere isyan eder mi acaba?Ya da biz insanlar gibi hırslarını başka bir kediden ya da başka bir şeyden aldıkları oluyor mu dersiniz? Ben neden geldim bu dünyaya diyorlar mıdır? Aç susuz kaldıklarında, insanlar tarafından işkence gördüklerinde, sürekli itilip kakıldıklarında ...
Hani açıp arabesk bir müzik, oturup bir masaya rakı tüketerek " batsın bu dünya ..." eşliğinde kederlerini daha da katlayacak halde de değiller... Düşünsenize oturmuşlar bir masaya "ağbi ne olacak bizim halimiz" diye kahrediyorlar. Şişeleri kırıyor "miyavvvvvvv" diye bir nara atıyorlar... Sonra belki bir kaç da tırmık izi... ( hani silahları olsa sıkarlar mağlum bu ortamda da allahtan yok...) Belki masada Türkiyeyi bile kurtarırlar.. Belki içki masasından kalkıp bir işkembecinin önünde bile alırlar soluğu... Sonra sabah müthiş bir başağrısı.. hayır ayılmaları için kahvede yapan olmaz onlara... Sonra duş falan... bu karda kış da zor be ağbicim...
Yok yok zor iş bu iş. En iyisi kedi kediliğini bilsin...
Pardon.. insan zihni mükemmel ...bir düşünmeye başladı mı nereden çıkıyor belli olmuyor işte.. Zihni boş bırakmamak lazım. Sonra bak böyle saçmalıyor insan....
Sonra düşündüm. Aslında yok farkımız. Kimi kediler çok şanslı sıcacık bir evde sevgi dolu kucaklarda yedikleri önlerinde... kimileri de böyle sokaklarda ve muhtaç.. belki sevgiye belki yiyeceğe.. Sonra dedim ki kediler ya da hayvanlarda kadere isyan eder mi acaba?Ya da biz insanlar gibi hırslarını başka bir kediden ya da başka bir şeyden aldıkları oluyor mu dersiniz? Ben neden geldim bu dünyaya diyorlar mıdır? Aç susuz kaldıklarında, insanlar tarafından işkence gördüklerinde, sürekli itilip kakıldıklarında ...
Hani açıp arabesk bir müzik, oturup bir masaya rakı tüketerek " batsın bu dünya ..." eşliğinde kederlerini daha da katlayacak halde de değiller... Düşünsenize oturmuşlar bir masaya "ağbi ne olacak bizim halimiz" diye kahrediyorlar. Şişeleri kırıyor "miyavvvvvvv" diye bir nara atıyorlar... Sonra belki bir kaç da tırmık izi... ( hani silahları olsa sıkarlar mağlum bu ortamda da allahtan yok...) Belki masada Türkiyeyi bile kurtarırlar.. Belki içki masasından kalkıp bir işkembecinin önünde bile alırlar soluğu... Sonra sabah müthiş bir başağrısı.. hayır ayılmaları için kahvede yapan olmaz onlara... Sonra duş falan... bu karda kış da zor be ağbicim...
Yok yok zor iş bu iş. En iyisi kedi kediliğini bilsin...
Pardon.. insan zihni mükemmel ...bir düşünmeye başladı mı nereden çıkıyor belli olmuyor işte.. Zihni boş bırakmamak lazım. Sonra bak böyle saçmalıyor insan....
2 Ocak 2014 Perşembe
BEN BUNU HAK ETMEK İÇİN NE YAPTIM...
Berard öğrencilerimden biri son seansın ardından bu yazıyı yazıp göndermiş...
2. sınıf öğrencisi ve kelimeler cümleler tamamen ona ait.
"Öğretmenim sizi o kadar seviyorum ki 1 günde kalbimde bir eksiklik var. Kocaman 100'lük pazıl düşün. Senle bunu yapıyorum ama 1 parça yok hani o parçayı bulamayınca o pazıl bitmiyor ya İşte benim hayatım bir pazılsa eğer sen benim pazılımın en değerli parçasısın."
............
Ne diyebilirim? Nasıl anlatabilirim duygularımı inanın bilmiyorum. Ben ona ne yaptım.Ben bu sevgiyi hak etmek için ne yaptım ...
Berard eğitimi, eğitim sırasında oynadığımız oyunlar ve en fazla bir saat süren ofis ortamını paylaşım.
Başka mı... ?
Başka ne yaptım. İlk geldiğinde eğitimin kurallarını anlattım. Ona yardımcı olabileceğimi ama bunu yapabilmem için önce O nun bana yardım etmesi gerektiğini anlattım. Anlaşma yaptık. Tabi bu ilişkide birbirimize ve çevremize saygılı ve nazik olmamızın daha güzel olacağını daha keyif alacağımızı anlattım. Ve seanslar başladıktan sonra kapıyı hep gülümseyerek açtım. "Canım hoşgeldin" dedim sarıldım öptüm. Onu ofisimde görmekten ne kadar mutlu olduğumu gösterdim. Bazen sıkıştırdım, bazen gıdıkladım... Seans sırasında oyun oynadım, güldüm, o kazandığı zaman yaaa dedim ben kazandığım zaman oleyyyy diye bağırdım... Yani oyunlarda onu eğlendirmeye çalışmadım. Ben oyundan keyif almaya çalıştım. Gerçekten oynadım, oyalamadım. Seanstan sonra bana bir şey anlatmak istediğinde dinledim. İşimiz bitti demedim. Şimdi olmaz demedim. Sabırla cümlesinin bitmesini bekledim. Ara da olsa işler iyi gitmediğinde rahatsız olduğum şeyleri söyledim. Tekrarlamasından daha fazla rahatsız olacağımı ve üzüleceğimi anlattım...
Yani ben sadece normalde yapılması gerekenleri yaptım. Çünkü onun benden bekledikleri benim başka insanlardan beklediğimden farksızdı. Saygı, sevgi, ilgi... Ben kendimi önemli hissetmek istiyorum. Tabi ki o da istiyordu. Ve lütfen bana önemli olduğumu hissettir diyordu" Öyle yaptım. Sadece ona baktım, izledim, dinledim ve yaptım...
Ve böylesine güzel bir anlatım böylesine güzel bir duygu ile de karşılığımı aldım..
Teşekkür ederim güzel çocuk.. Yolun da bahtında açık olsun.. Ben hep bir yerlerden seni izliyor ve gurur duyuyor olacağım....
Anneler babalar öğretmenler lütfen çocuklarınıza öğrencilerinize dokunun. Bir gülücük bir dokunuş onlara o kadar iyi geliyor ki... Engelleri aşmak için başarıya koşmak için o kadar güçleniyorlar ki...
2. sınıf öğrencisi ve kelimeler cümleler tamamen ona ait.
"Öğretmenim sizi o kadar seviyorum ki 1 günde kalbimde bir eksiklik var. Kocaman 100'lük pazıl düşün. Senle bunu yapıyorum ama 1 parça yok hani o parçayı bulamayınca o pazıl bitmiyor ya İşte benim hayatım bir pazılsa eğer sen benim pazılımın en değerli parçasısın."
............
Ne diyebilirim? Nasıl anlatabilirim duygularımı inanın bilmiyorum. Ben ona ne yaptım.Ben bu sevgiyi hak etmek için ne yaptım ...
Berard eğitimi, eğitim sırasında oynadığımız oyunlar ve en fazla bir saat süren ofis ortamını paylaşım.
Başka mı... ?
Başka ne yaptım. İlk geldiğinde eğitimin kurallarını anlattım. Ona yardımcı olabileceğimi ama bunu yapabilmem için önce O nun bana yardım etmesi gerektiğini anlattım. Anlaşma yaptık. Tabi bu ilişkide birbirimize ve çevremize saygılı ve nazik olmamızın daha güzel olacağını daha keyif alacağımızı anlattım. Ve seanslar başladıktan sonra kapıyı hep gülümseyerek açtım. "Canım hoşgeldin" dedim sarıldım öptüm. Onu ofisimde görmekten ne kadar mutlu olduğumu gösterdim. Bazen sıkıştırdım, bazen gıdıkladım... Seans sırasında oyun oynadım, güldüm, o kazandığı zaman yaaa dedim ben kazandığım zaman oleyyyy diye bağırdım... Yani oyunlarda onu eğlendirmeye çalışmadım. Ben oyundan keyif almaya çalıştım. Gerçekten oynadım, oyalamadım. Seanstan sonra bana bir şey anlatmak istediğinde dinledim. İşimiz bitti demedim. Şimdi olmaz demedim. Sabırla cümlesinin bitmesini bekledim. Ara da olsa işler iyi gitmediğinde rahatsız olduğum şeyleri söyledim. Tekrarlamasından daha fazla rahatsız olacağımı ve üzüleceğimi anlattım...
Yani ben sadece normalde yapılması gerekenleri yaptım. Çünkü onun benden bekledikleri benim başka insanlardan beklediğimden farksızdı. Saygı, sevgi, ilgi... Ben kendimi önemli hissetmek istiyorum. Tabi ki o da istiyordu. Ve lütfen bana önemli olduğumu hissettir diyordu" Öyle yaptım. Sadece ona baktım, izledim, dinledim ve yaptım...
Ve böylesine güzel bir anlatım böylesine güzel bir duygu ile de karşılığımı aldım..
Teşekkür ederim güzel çocuk.. Yolun da bahtında açık olsun.. Ben hep bir yerlerden seni izliyor ve gurur duyuyor olacağım....
Anneler babalar öğretmenler lütfen çocuklarınıza öğrencilerinize dokunun. Bir gülücük bir dokunuş onlara o kadar iyi geliyor ki... Engelleri aşmak için başarıya koşmak için o kadar güçleniyorlar ki...
İNSANIN ANAVATANI ÇOCUKLUĞUDUR.
Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı: - Hayrola, neden elimi öpmek istedin? - Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinize katıldım. Hayatım değişti. O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim. - Ne oldu, nasıl oldu? - Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, "Bir insanın ana vatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır."Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti: - Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, "Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır." Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm. Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam? - Hayır, neden? - Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. "Oğlum bugün ödevini yaptın mı?" Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da *sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, "cık" sesini çıkarıyordu.* Kızıyordum, söyleniyordum, "Niye yapmıyorsun ödevini!" diyordum. Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu. Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti: - Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. "Ben ne biçim babayım," diye kendime sordum. Seminer için geldiğim* İstanbul'dan çalışma yerim olan Kayseri'ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın. - Radikal bir karar!* - Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam. Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu. - Eşiniz ne dedi? - Hocam biliyor musun ne oldu? - Ne oldu?* - Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, "Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış! Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz." - Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor! - Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim. Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi. - Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın? - İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve "Hayır!" anlamına gelen "cıkk" dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım. Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti. "Ne büyük tehlike!" diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım. - Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir tehlike! - İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, "Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın," demişti. O nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim! Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim. - Eşiniz gelmek istemedi!* - Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye. Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler. Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi. "Çok mu kötü hocam?" diye sordum. Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. "Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?" - Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz? - Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım. İnanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. "O kadar mı kötü?" diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım. Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum.Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş. "Gel seni yeniden kucaklayayım!" dedim. Kucaklaştık. "Çocuklar Gülsün diye!" yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur. Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler. Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler. Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun! Doğan CÜCELOĞLU
1 Ocak 2014 Çarşamba
YOK ARTIK !
Planlarımızı yaptık. İşlerimizi bitirdik. Evlerimizi topladık. Yemekleri hazırladık. Tavuk-hindi her neyse pişirildi. Masalar hazırlandı. Şıkır şıkır giyindik. Davetliler geldi. Yedik içtik yine yedik yine içtik... Tombala da oynandı. Hediyeler açıldı. Konfetiler patladı.
Ya da arkadaşlarla takıldık. Ya da başka bir yerde davetli idik. Ya da şehrimizin gecelerine aktık. Ya da o bar senin bu bar benim dolaştık....
Dileklerimizi diledik...
Eee artık bizden bu kadar... :)
Aslında dün gece evrene ne çok güzel dilek yayıldı. Evrende ne güzel bir enerji olmuştur kimbilir. Peki acaba enerji çatışması oluyor mu acaba? Öyle ya iyi dileklerle kötü dilekler.. olumlu düşüncelerle olumsuz düşünceler...
Ama bir dakika bunun olması için birilerinin de kötü dileklerde bulunması gerekiyor.
Kötü insanlar kötü dileklerde bulunuyorlar mı ya da böyle yeni yıl planları yapıyorlar mı acaba?
Bu sene şurayı bombalayacağım. Şurda kılıçtan geçireceğim. Şu kadar çocuk döveceğim. Eşime şu kadar vuracağım... Bu sene 5 ev soymayı planladım. 3 banka 5 kuyumcu...
Allahım bana hayırlısı ile bu işleri başarma gücü ver... ya da elime yüzüme bulaştırmadan kimseye yakalanmadan üstesinden gelmem için yardımcı ol... gibi bir şey ... pehhhh!!!
Ya dileğin kötüsü olur mu... Yok artık!!!
Ya da arkadaşlarla takıldık. Ya da başka bir yerde davetli idik. Ya da şehrimizin gecelerine aktık. Ya da o bar senin bu bar benim dolaştık....
Dileklerimizi diledik...
Eee artık bizden bu kadar... :)
Aslında dün gece evrene ne çok güzel dilek yayıldı. Evrende ne güzel bir enerji olmuştur kimbilir. Peki acaba enerji çatışması oluyor mu acaba? Öyle ya iyi dileklerle kötü dilekler.. olumlu düşüncelerle olumsuz düşünceler...
Ama bir dakika bunun olması için birilerinin de kötü dileklerde bulunması gerekiyor.
Kötü insanlar kötü dileklerde bulunuyorlar mı ya da böyle yeni yıl planları yapıyorlar mı acaba?
Bu sene şurayı bombalayacağım. Şurda kılıçtan geçireceğim. Şu kadar çocuk döveceğim. Eşime şu kadar vuracağım... Bu sene 5 ev soymayı planladım. 3 banka 5 kuyumcu...
Allahım bana hayırlısı ile bu işleri başarma gücü ver... ya da elime yüzüme bulaştırmadan kimseye yakalanmadan üstesinden gelmem için yardımcı ol... gibi bir şey ... pehhhh!!!
Ya dileğin kötüsü olur mu... Yok artık!!!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)