Her yarışın bir kazanını olur. Elbet sizin yarışınızın da kazananı olacak. Belki siz, belki diğerleri...
Ve siz kimin " kazananan " olacağını belirleyecek olansınız... Ne dersiniz sizin yarışınızı kim kazanacak???
28 Eylül 2013 Cumartesi
NE İSTİYORSUN?
Görüşmelerde fazlasıyla karşılaştığım bir durum bu... Olmasını istemediğimiz durumları düşünmek, kurmak, kafa yormak, dillendirmek.... Oysa böyle yapmak yerine olmasını istediğimiz şeylere odaklansak... olmasını istediğimiz şeyleri dillendirsek....
İnanın iç huzurunuz da, ilişkileriniz de değişecek ve hatta hayat da kolaylaşacak...
27 Eylül 2013 Cuma
26 Eylül 2013 Perşembe
KONUŞ KONUŞ...
Bakıyorum da şöyle başkaları hakkında ne çok konuşuyoruz ve hatta ne çok seviyoruz bunu. O şunu yaptı, bunu yaptı, şunu yapmadı bunu yapmadı, şöyle dedi, böyle dedi... Aaaaa !!!
Ve sanıyorum ki kendisinden sıkılan, kendisi sıradan olan, kendisi bir şey üretmeyen, kendiyle derdi olan bu öfkesini başkasına yönlendiriyor...
İlginç!!!
Bu durumda hakkında konuşulanlar biliniz ki birilerinin yine kendi ile dertleri çoğalmış....
Ve sanıyorum ki kendisinden sıkılan, kendisi sıradan olan, kendisi bir şey üretmeyen, kendiyle derdi olan bu öfkesini başkasına yönlendiriyor...
İlginç!!!
Bu durumda hakkında konuşulanlar biliniz ki birilerinin yine kendi ile dertleri çoğalmış....
25 Eylül 2013 Çarşamba
23 Eylül 2013 Pazartesi
GERÇEK ARKADAŞLIK...
"Gerçek bir arkadaşlık kurmak için kendini ortaya koymalısın. Bazen insanlar seni hayal kırıklığına uğratabilir.- kızlar birbirine karşı gerçekten acımasız olabiliyorlar.- ama bunun seni durdurmasına izin vermemelisin. Biri seni kırarsa silkinip duygularının tozunu dökmeli ve yeniden denemelisin. Sınıfında bütün lise hayatın boyunca arkadaşın olacak bir kız vardır, inan bana. Sadece onu bulman lazım"
Ateşböceği Yolu / Kristin Hannah
İnsan bunun üzerine çok şey yazabilir aslında. Nedir gerçek arkadaşlık? Aslında hayattır. Hayat gibidir. Bazen hayal kırıklığına uğrarsın. Canın yanar. Canın yanınca can yakmak istersin. Gerçekten acımasız olabilirsin. Çok değişti dediğimiz insanlarda aslında bir duygusal yıkım yaşamamışmıdır sonuçta... Yaşadıklarından sonra bazen tekrar başlayabilir insan bazen bir daha iflah olmaz ...
Ne güzel anlatmış yazar. Silkinmek, duygularının tozunu dökmek yeniden denemeye başlamak...
Kolay gelsin hepimize diyelim o zaman.....
Etiketler:
arkadaşlık,
Ateşböceği Yolu,
duygu,
Kristin Hannah,
yaşam,
yazar
EKSİK...
"Hayatta bazen kabullenmek gerekir. Ya elindekilerin farkına varıp yoluna devam edersin ya da sahip olamadıklarını düşünür durursun. Yaptığın seçimler sonuçta nasıl bir kadın olacağını belirler..."
Tavsiye edebileceğim bir yazar. Şimdiye kadar üç kitabını okudum ve hepsinde de farklı ama yaşamın içinden bir şeyler vardı. Sanki sizi anlatıyordu sanki sizin için yazılmıştı....
Hayatta bazen kabullenmek gerekir. Örneğin bugün hava çok soğuk. Ofiste henüz kombi hayata geçirilmedi. Üşüyorum. Hafta sonu şehir dışındaydım ve sonra da konuğumuz vardı. Yorgunum. Asistanım canımın annesi rahatsız ve onu da eve gönderdim. Tabi beklenmeyen bir sağlık sorunu ( Tuhaf zaten hangi sağlık sorunu ne yaparsak yapalım beklenmez ya... ) biraz keyfimizi kaçırdı. Ve anladım ki ben ona çok alışmışım. O çıktıktan ve o anda ofiste olanlar ve ardından gelenler gidince 1 saat kadar yalnız kaldım. gerçekten bir boşluk hissettim. Sahip olduklarımı düşündüm tekrar. Ve yaptığımız seçimleri... ve bence hepimizin sık sık yapması gerektiği gibi.
Ve elbette en önemlisi bunları düşünmek için de bir nedene ihtiyaç duymamak gerektiği gibi...
Tabi ki öğrencilerim gelip gidiyor, konuklar oluyor, bir görelim diye kapıdan ses veren oluyor. Yani ofiste hareket var aslında.
Ama...
Yine de bir eksiğim bir yalnızım sanki bugün...
Ateşböceği Yolu / Kristin Hannah
Hayatta bazen kabullenmek gerekir. Örneğin bugün hava çok soğuk. Ofiste henüz kombi hayata geçirilmedi. Üşüyorum. Hafta sonu şehir dışındaydım ve sonra da konuğumuz vardı. Yorgunum. Asistanım canımın annesi rahatsız ve onu da eve gönderdim. Tabi beklenmeyen bir sağlık sorunu ( Tuhaf zaten hangi sağlık sorunu ne yaparsak yapalım beklenmez ya... ) biraz keyfimizi kaçırdı. Ve anladım ki ben ona çok alışmışım. O çıktıktan ve o anda ofiste olanlar ve ardından gelenler gidince 1 saat kadar yalnız kaldım. gerçekten bir boşluk hissettim. Sahip olduklarımı düşündüm tekrar. Ve yaptığımız seçimleri... ve bence hepimizin sık sık yapması gerektiği gibi.
Ve elbette en önemlisi bunları düşünmek için de bir nedene ihtiyaç duymamak gerektiği gibi...
Tabi ki öğrencilerim gelip gidiyor, konuklar oluyor, bir görelim diye kapıdan ses veren oluyor. Yani ofiste hareket var aslında.
Ama...
Yine de bir eksiğim bir yalnızım sanki bugün...
Etiketler:
arkadaşlık,
Ateşböceği Yolu,
dostluk,
hayat,
insan,
Kristin Hannah,
yazar
19 Eylül 2013 Perşembe
MAZERETLERİMİZ...
Dün çok yoğun ama bir o kadar da keyifli ve verimli bir gündü... Vaktim olsaydı kesinlikle de yazmak istediğim bir gündü.. Hem de çok eğlenceli bir yazı olacaktı ama ne yapalım yoğunluk... Şansınızı kaybettiniz. Artık bu yazıda bahtınıza ne çıkarsa.. :)))
Ofiste daha öncede söylediğim gibi okumaya çok çok önem veriyoruz. Okumaya zaman ayırmak ve önemsemekle kalmıyor okutmaya da ayrı bir özen gösteriyoruz. Hatta zebani gibi dikildiğimiz oluyor dersem yanlış olmaz. Özellikle berard eğitimi alanlar... Ki zavallılar her gün en az bir seans almak zorunda olduklarından her gün bu sorulara maruz kalıyorlar. Dün kitap okudun mu? Ne kadar okudun? Ne kadar kaldı? Şimdi neye başlayacaksın? O ne zaman biter?
Sıkıştırmalarımız öyle bir hale gelince artık seansa erken gelen ya da beklemek durumunda kalanlar o süreçte de çantalarından kitabı çıkarmak ve beklerken okumak alışkanlığı edindiler... Ki okunan kitap her an yanlarında olmalı. Öyle değil mi ne zaman okumak için uygun bir an doğar bilemeyiz en iyisi hazır beklemek...
Her gün bu sorulara cevap vermek zorunda kalmaktan bıkıp okumaya başlayanlar çok olduğu gibi, çokkk farklı mazeretlerle okuyamadığını dile getirenler de olmuyor değil... misafirim geldi, banduma yaptım ( Kastamonu'ya özgü bir yemek olup bu yazıdan sonra mutlaka araştırılmalı hatta görsellerden bakılmalı ve ağızların suyu akmalıdır... ), facede sohbete daldım, fotoğraf derledim, nöbetci olduğum güne saklıyorum, turşu yapmak için alışveriş yaptım... (Ama hocam turşuyu yapayım valla size de getireceğim diye sözler bile verildi. Ama sanmayın ki bu rüşvete kandık ve eridik. Yinede imalı bakışlar atıldı, laflar vuruldu, kaprisler yapıldı... )
Özellikle dün mazeret üretenler ve ilginç mazeret üretme konusunda nerdeyse bir yarış vardı... ASM'de berard eğitimini alanlar kendinden önceki ya da sonraki seansla sürekli karşılaştığı için da bir süre sonra selamlaşmaya hatta konuşmaya başlar genellikle.. Dün bu konuda da aştık. Kitabını aksatanlardan biri diğerine sesleniyordu. " ne oldu turşuyu yapabildiniz mi???" Tam bir kahkaha tufanı oldu tabii....
Seviyorum ofisimi....
Ofiste daha öncede söylediğim gibi okumaya çok çok önem veriyoruz. Okumaya zaman ayırmak ve önemsemekle kalmıyor okutmaya da ayrı bir özen gösteriyoruz. Hatta zebani gibi dikildiğimiz oluyor dersem yanlış olmaz. Özellikle berard eğitimi alanlar... Ki zavallılar her gün en az bir seans almak zorunda olduklarından her gün bu sorulara maruz kalıyorlar. Dün kitap okudun mu? Ne kadar okudun? Ne kadar kaldı? Şimdi neye başlayacaksın? O ne zaman biter?
Sıkıştırmalarımız öyle bir hale gelince artık seansa erken gelen ya da beklemek durumunda kalanlar o süreçte de çantalarından kitabı çıkarmak ve beklerken okumak alışkanlığı edindiler... Ki okunan kitap her an yanlarında olmalı. Öyle değil mi ne zaman okumak için uygun bir an doğar bilemeyiz en iyisi hazır beklemek...
Her gün bu sorulara cevap vermek zorunda kalmaktan bıkıp okumaya başlayanlar çok olduğu gibi, çokkk farklı mazeretlerle okuyamadığını dile getirenler de olmuyor değil... misafirim geldi, banduma yaptım ( Kastamonu'ya özgü bir yemek olup bu yazıdan sonra mutlaka araştırılmalı hatta görsellerden bakılmalı ve ağızların suyu akmalıdır... ), facede sohbete daldım, fotoğraf derledim, nöbetci olduğum güne saklıyorum, turşu yapmak için alışveriş yaptım... (Ama hocam turşuyu yapayım valla size de getireceğim diye sözler bile verildi. Ama sanmayın ki bu rüşvete kandık ve eridik. Yinede imalı bakışlar atıldı, laflar vuruldu, kaprisler yapıldı... )
Özellikle dün mazeret üretenler ve ilginç mazeret üretme konusunda nerdeyse bir yarış vardı... ASM'de berard eğitimini alanlar kendinden önceki ya da sonraki seansla sürekli karşılaştığı için da bir süre sonra selamlaşmaya hatta konuşmaya başlar genellikle.. Dün bu konuda da aştık. Kitabını aksatanlardan biri diğerine sesleniyordu. " ne oldu turşuyu yapabildiniz mi???" Tam bir kahkaha tufanı oldu tabii....
Seviyorum ofisimi....
17 Eylül 2013 Salı
AMERİKA'DA İLKOKUL ÖĞRENCİLERİNİN TANRIYA MEKTUPLARI...
:) :) :)
Amerikada ilk okul ögrencilerinin Tanrı'ya mektupları
Sevgili Tanrım
İnsanların ölmelerine izin verip yenilerini yapmak yerine neden elindekileri tutmuyorsun? Jane
Sevgili Tanrı
Lütfen bana bir Midilli gönder. Senden şimdiye kadar hiçbir şey istemedim. Bunu da herhalde unutmazsın. Bruce
Sevgili Tanrı
Babam çok aksi. Onu bu huyundan vazgeçirmeni istiyorum. Ama lütfen canini yakma. Sevgilerle. Martin
Sevgili Tanrı
Bulutlardan biri yüzünü öyle korkunç yaptı ki ödüm koptu. Nolur söyle ona
bida öyle yapmasın. Ellen
Sevgili Tanrı
Sahiden var mısın? Bazıları buna inanmıyor: Eğer varsan gecikmeden bir şeyler yapmanda fayda var.
Harriet Ann
Sevgili Tanrı
Eğer hiç kimse bilmeyecekse iyi olmanın ne yararı var?
Mark
Sevgili Tanrı
Üst kattakiler durmadan bağıra çağıra kavga ediyorlar. Bence yalnızca çok iyi arkadaşların evlenmesine izin vermelisin. Nan
Sevgili Tanrı
Ne diye bu kadar çok insan yarattın. Başka bir dünya daha yapıp fazlalıkları oraya koyamaz misin? J.B.
Sevgili Tanrı
İnsanlara ruhları her zaman doğru mu dağıtıyorsun? Yanlış yapabilirsin. Cindy
Sevgili Tanrı
Sen tuhaf ne yaparsan yap herkes hayran oluyor ama ben ufacık bir saka bile yapsam yiyorum fırçayı. Allison
Sevgili Tanrı
Bizi hiç merak etme çünkü bizimkiler çok dindar. Teddy
Sevgili Tanrı
Bende senin dışında bütün liderlerin resmi var. Norman
Sevgili Tanrı
Şişman olunca kimse senin arkadasın olmak istemiyor. Martha
Sevgili Tanrı
Oğlanlar kızlardan daha mı ustun? Biliyorum sen de onlardansın ama gene de dürüst olmaya çalış. Sylvia
Sevgili Tanrı
Kitabini okudum ve beğendim. Bütün o fikirler nereden geldi aklına? John
Sevgili Tanrı
Zürafaların görünümünü isteyerek mi böyle yaptın yoksa yanlışlıkla mi oldu? Norma
Sevgili Tanrı
İncil’de neden hiç karInIn adi geçmiyor? Yoksa İncil’i yazarken daha evlenmemiş miydiniz? Larry
Sevgili Tanrı
Tamam Incil'de obur yanağını cevir diye biliyorum ama kardeşim gözüme vurunca ne yapacaz? Sevgiler. Teresa
Sevgili Tanrı
Tanrı olduğunu nasıl bilebildin? Charlene
Sevgili Tanrı
Senin yasına geldiğimde tıpkı senin gibi olmak istiyorum. Tamam mı? Tommy
Sevgili Tanrı
Eğer Tanrı ben olsaydım bu kadar iyi olmazdım. Bunu aklından çıkarma. Michelle
Sevgili Tanrı
Su andaki eksiklerimi yazıyorum: Yeni bir bisiklet, bir kimya seti, kopek, film makinesi, beyzbol eldiveni. Hepsini gönderemezsen birazı da olur. Seni seven Eric
Not: Noel Baba’nın olmadığını biliyorum.
Canim canim Tanrı
Astronotları öyle yukarı fırlatıp fır fır döndürmelerinden ödüm kopuyor. Nolur onların bizim evin damına düşmelerine izin verme. Dostun Norman
__._,_.___
Amerikada ilk okul ögrencilerinin Tanrı'ya mektupları
Sevgili Tanrım
İnsanların ölmelerine izin verip yenilerini yapmak yerine neden elindekileri tutmuyorsun? Jane
Sevgili Tanrı
Lütfen bana bir Midilli gönder. Senden şimdiye kadar hiçbir şey istemedim. Bunu da herhalde unutmazsın. Bruce
Sevgili Tanrı
Babam çok aksi. Onu bu huyundan vazgeçirmeni istiyorum. Ama lütfen canini yakma. Sevgilerle. Martin
Sevgili Tanrı
Bulutlardan biri yüzünü öyle korkunç yaptı ki ödüm koptu. Nolur söyle ona
bida öyle yapmasın. Ellen
Sevgili Tanrı
Sahiden var mısın? Bazıları buna inanmıyor: Eğer varsan gecikmeden bir şeyler yapmanda fayda var.
Harriet Ann
Sevgili Tanrı
Eğer hiç kimse bilmeyecekse iyi olmanın ne yararı var?
Mark
Sevgili Tanrı
Üst kattakiler durmadan bağıra çağıra kavga ediyorlar. Bence yalnızca çok iyi arkadaşların evlenmesine izin vermelisin. Nan
Sevgili Tanrı
Ne diye bu kadar çok insan yarattın. Başka bir dünya daha yapıp fazlalıkları oraya koyamaz misin? J.B.
Sevgili Tanrı
İnsanlara ruhları her zaman doğru mu dağıtıyorsun? Yanlış yapabilirsin. Cindy
Sevgili Tanrı
Sen tuhaf ne yaparsan yap herkes hayran oluyor ama ben ufacık bir saka bile yapsam yiyorum fırçayı. Allison
Sevgili Tanrı
Bizi hiç merak etme çünkü bizimkiler çok dindar. Teddy
Sevgili Tanrı
Bende senin dışında bütün liderlerin resmi var. Norman
Sevgili Tanrı
Şişman olunca kimse senin arkadasın olmak istemiyor. Martha
Sevgili Tanrı
Oğlanlar kızlardan daha mı ustun? Biliyorum sen de onlardansın ama gene de dürüst olmaya çalış. Sylvia
Sevgili Tanrı
Kitabini okudum ve beğendim. Bütün o fikirler nereden geldi aklına? John
Sevgili Tanrı
Zürafaların görünümünü isteyerek mi böyle yaptın yoksa yanlışlıkla mi oldu? Norma
Sevgili Tanrı
İncil’de neden hiç karInIn adi geçmiyor? Yoksa İncil’i yazarken daha evlenmemiş miydiniz? Larry
Sevgili Tanrı
Tamam Incil'de obur yanağını cevir diye biliyorum ama kardeşim gözüme vurunca ne yapacaz? Sevgiler. Teresa
Sevgili Tanrı
Tanrı olduğunu nasıl bilebildin? Charlene
Sevgili Tanrı
Senin yasına geldiğimde tıpkı senin gibi olmak istiyorum. Tamam mı? Tommy
Sevgili Tanrı
Eğer Tanrı ben olsaydım bu kadar iyi olmazdım. Bunu aklından çıkarma. Michelle
Sevgili Tanrı
Su andaki eksiklerimi yazıyorum: Yeni bir bisiklet, bir kimya seti, kopek, film makinesi, beyzbol eldiveni. Hepsini gönderemezsen birazı da olur. Seni seven Eric
Not: Noel Baba’nın olmadığını biliyorum.
Canim canim Tanrı
Astronotları öyle yukarı fırlatıp fır fır döndürmelerinden ödüm kopuyor. Nolur onların bizim evin damına düşmelerine izin verme. Dostun Norman
__._,_.___
BİR ŞEY HER ŞEY İÇİN ,HER ŞEY BİR ŞEY İÇİN VARDIR" Goethe.
"Vaktiyle koskoca bir gemide küçücük bir civata vardi. Bu, iki büyük çelik levhayı birbirine bağlayan çelik cıvatalardan biriydi.Gemi Hint okyanusunda yol alırken bu küçük civata ,birdenbire laçka olmaya başladı, düşme tehlikesiyle karşılaştı. Öteki civatalar ,'Sen düşersen biz de düşeriz!' diye seslendiler.Geminin
teknesindeki perçinlerde,'Biz de çok sıkışığız ,biz de laçka olalım' dediler.Bunu duyan demir kaburgalar ise 'Ne olur yapmayın ' diye yalvardılar. 'Siz tutmazsanız biz mahvoluruz!' Derken küçük civatanın niyeti yıldırım hızıyla bütün gemiye yayıldı.Gemi titremeye başladı. Bunun üzerine bütün kaburgalar, levhalar, civatalar en küçük perçinler elele verip küçük civataya bir elçi gönderdiler. Küçük civata yerinde kalmalıydı. Aksi halde gemi parçalanacak, içlerinden hiçbiri vatana kavuşamayacaktı. Küçük civata kendine bu kadar önem verilmesine çok sevindi ve olduğu yerde kalacağını bildirdi."
R.Kipling
"Küçük şey yoktur "
BİR ŞEY HER ŞEY İÇİN ,HER ŞEY BİR ŞEY İÇİN VARDIR" Goethe.
teknesindeki perçinlerde,'Biz de çok sıkışığız ,biz de laçka olalım' dediler.Bunu duyan demir kaburgalar ise 'Ne olur yapmayın ' diye yalvardılar. 'Siz tutmazsanız biz mahvoluruz!' Derken küçük civatanın niyeti yıldırım hızıyla bütün gemiye yayıldı.Gemi titremeye başladı. Bunun üzerine bütün kaburgalar, levhalar, civatalar en küçük perçinler elele verip küçük civataya bir elçi gönderdiler. Küçük civata yerinde kalmalıydı. Aksi halde gemi parçalanacak, içlerinden hiçbiri vatana kavuşamayacaktı. Küçük civata kendine bu kadar önem verilmesine çok sevindi ve olduğu yerde kalacağını bildirdi."
R.Kipling
"Küçük şey yoktur "
BİR ŞEY HER ŞEY İÇİN ,HER ŞEY BİR ŞEY İÇİN VARDIR" Goethe.
SAĞLAM MI GÖZLERİN ???
... alıntı ...
Adamın biri, ilk defa gittiği küçük bir kasabada şaşkın
şaşkın gezindikten sonra yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve
arka koltukta tek başına oturan çocuğa:
- Buraların yabancısıyım, demiş. Parkın hemen yanı başındaki fırını arıyorum, çok yakın olduğunu söylediler. Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra:
- Ben de buraya ilk defa geliyorum, demiş. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde. Adam, çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez. Çocuk:
- Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? diye gülümsemiş. Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten.
— İyi ama, demiş adam, bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malûm?
— Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez, diye atılmış çocuk. Üstelik manolyalar da katılıyor onlara.
Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız. Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, cebinden bir kâğıt para çıkartıp teşekkür ederken fark etmiş onun kör olduğunu. Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış, adamın kendisini fark ettiğini. Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken:
- Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş, görmeyi o kadar çok özledim ki. Sizinkiler sağlam öyle değil mi?
Adam, çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken:
- Artık emin değilim, demiş. Emin olduğum tek şey, benden iyi gördüğündür...
- Buraların yabancısıyım, demiş. Parkın hemen yanı başındaki fırını arıyorum, çok yakın olduğunu söylediler. Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra:
- Ben de buraya ilk defa geliyorum, demiş. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde. Adam, çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez. Çocuk:
- Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? diye gülümsemiş. Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten.
— İyi ama, demiş adam, bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malûm?
— Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez, diye atılmış çocuk. Üstelik manolyalar da katılıyor onlara.
Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız. Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, cebinden bir kâğıt para çıkartıp teşekkür ederken fark etmiş onun kör olduğunu. Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış, adamın kendisini fark ettiğini. Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken:
- Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş, görmeyi o kadar çok özledim ki. Sizinkiler sağlam öyle değil mi?
Adam, çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken:
- Artık emin değilim, demiş. Emin olduğum tek şey, benden iyi gördüğündür...
SAHİP OLDUKLARIM...
Beni seven ve her zaman destek olan bir eşim, biri böcek biri böcük dünya tatlısı 2 kızım var. Bir evim ve ihtiyacım olan tüm eşyalarım var. İstediğim saattte arayabileceğim ve her aradığımda " ah canım nasılsın" diyen bir kaç dostum, birlikte olmaktan keyif aldığım onlarca arkadaşım var. Kendi ayaklarımın üzerinde durmamı sağlayan, başarma inancımı destekleyen bir işim, dünyamı zenginleştiren ve dünyalarına girmeme izin veren onlarca insanla tanışmamı sağlayan bir ofisim var. Sabah ofisimin kapısını açtığımda " ohhh huzur " var. Ve aynı hissi paylaşan " hocam gerçekten kapıyı açtığımda huzur buluyorum" diyen, gözlerime bakıp gözleriyle anlayan bir çalışma arkadaşım, bir sevgili asistanım var.
Evden ofise gelmek için durağa yürüyebildiğim bacaklarım var. Bugün biraz kitap taşıdım ofise isteyenler okusun diye ve yol boyunca çok net hissettiğim iyi ki kollarım var, ellerim var. Otobüsle gelirim sabahları ofise... Otobüse binebilecek param var. Kalabalık olur genelde otobüsler yine de yol boyu kitabımı okuyabildim, yer verme nezaketini gösteren insanlar hala var. (Sanmayın ki bu yer verme yaşımdan ve görüntümden sadece nezaketten...Yoksa ben yıllardır 18 imden gün almadım :):) )
Ofise geldim. Beni her anlamda gülen yüzü ile kapıda karşılayan gönlü de yüzü de güzel asistanımla kucaklaştıktan sonra sabah sohbetimizi yaptık. Dünün gecenin kritiği, bugünle ilgili planlar tasarılar, ve elbet gelecek hayallerimiz....
Odama ve masamın başına geçtim.. Önce her zaman ki gibi bilgisayarımı açıp mesajlarımı kontrol ettim sayfalarıma eklemeler yaptım derken blogda bir yorum...
" Bloğunuzda o kadar pozitif bir enerji var ki; yazı karakteri, renkler, konular, ele alış ve yorumlarınız..Okunmaya ve izlenmeye değer, hep böyle kalın :)"
Nasıl bir mutluluk duydum içimde nasıl bir gülümseme yayıldı yüzüme tarif edemem...
O zaman işte üsttekileri yazmak ve paylaşmak istedim.
Evet tüm sahip olduğum şeylere şükürler olsun. Hayat bana benim tahminimin düşlerimin bile ötesinde şeyler bile sunuyor bazen.. Hayat bana hep sunmak için bekliyor. Bana ise sadece istemek kalıyor.
Hayatıma giren çıkan herkese şükür, büyümeme olgunlaşmama yardımcı olan her olaya şükür.... Biliyorum ki o insanların da o olaylarında bir nedeni ve bir sonucu vardı. Bir görevleri vardı. Görev yerine geldi ise çıkıp gittiler, öğrenmem gereken şeyler varsa hala hayatımdalar.... Ben de bana öğretecekleri şeyler olduğunun bilinci ve farkındalığı ile beklemekteyim.
Ve elbet yarın haftaya seneye belki ... sahip olacağım şeyler içinde şimdiden şükrediyor ve açıyorum kollarımı ve tümüyle kabul etmek için bekliyorum...
Evden ofise gelmek için durağa yürüyebildiğim bacaklarım var. Bugün biraz kitap taşıdım ofise isteyenler okusun diye ve yol boyunca çok net hissettiğim iyi ki kollarım var, ellerim var. Otobüsle gelirim sabahları ofise... Otobüse binebilecek param var. Kalabalık olur genelde otobüsler yine de yol boyu kitabımı okuyabildim, yer verme nezaketini gösteren insanlar hala var. (Sanmayın ki bu yer verme yaşımdan ve görüntümden sadece nezaketten...Yoksa ben yıllardır 18 imden gün almadım :):) )
Ofise geldim. Beni her anlamda gülen yüzü ile kapıda karşılayan gönlü de yüzü de güzel asistanımla kucaklaştıktan sonra sabah sohbetimizi yaptık. Dünün gecenin kritiği, bugünle ilgili planlar tasarılar, ve elbet gelecek hayallerimiz....
Odama ve masamın başına geçtim.. Önce her zaman ki gibi bilgisayarımı açıp mesajlarımı kontrol ettim sayfalarıma eklemeler yaptım derken blogda bir yorum...
" Bloğunuzda o kadar pozitif bir enerji var ki; yazı karakteri, renkler, konular, ele alış ve yorumlarınız..Okunmaya ve izlenmeye değer, hep böyle kalın :)"
Nasıl bir mutluluk duydum içimde nasıl bir gülümseme yayıldı yüzüme tarif edemem...
O zaman işte üsttekileri yazmak ve paylaşmak istedim.
Evet tüm sahip olduğum şeylere şükürler olsun. Hayat bana benim tahminimin düşlerimin bile ötesinde şeyler bile sunuyor bazen.. Hayat bana hep sunmak için bekliyor. Bana ise sadece istemek kalıyor.
Hayatıma giren çıkan herkese şükür, büyümeme olgunlaşmama yardımcı olan her olaya şükür.... Biliyorum ki o insanların da o olaylarında bir nedeni ve bir sonucu vardı. Bir görevleri vardı. Görev yerine geldi ise çıkıp gittiler, öğrenmem gereken şeyler varsa hala hayatımdalar.... Ben de bana öğretecekleri şeyler olduğunun bilinci ve farkındalığı ile beklemekteyim.
Ve elbet yarın haftaya seneye belki ... sahip olacağım şeyler içinde şimdiden şükrediyor ve açıyorum kollarımı ve tümüyle kabul etmek için bekliyorum...
13 Eylül 2013 Cuma
OKULLAR AÇILIYOR
Okullar açılıyor....
Bir telaş bir telaş ki evlerden caddelere sokaklara dükkanlara taşıyor sanki ... Kıyafet alanlar çanta alanlar... Çocuğun elinden tutup adeta sürüklercesine o dükkandan bu dükkana girip çıkanlar... Mağlum illköğretim haftası... Etkinlikler bir hafta kadar sürer artık.... Güzel hatta keyifli bir koşturmacadır.... da
Bana göre kabus olan bölümü olmasa...
Ne zordur o kırtasiye aşaması... defterleri almamız lazım... hep de yarına istenir o defterler zaten.. Kaç yapraklı kaç ciltli, aa yanlış almışız, evladım neden güzel not almıyorsun...
Hele de o kaplık seçmeler, hepsi aynı mı olsun ayrı ayrı mı olsun ? aaa kaç ders vardı ? hepsinin defteri olacak mı ? şeffaf mı olsun renkli mi olsun? kağıt mı olsun? deseni ne olsun? Beğenmemeler sızlanmalar .... falan yerde daha güzelleri vardı. Filanca filan yerden aldı bende ondan istiyorum... Sonra o kaplığın hangi kitaba deftere kaplanacağına karar vermeler... ve evin ortasına yayılan kitaplar defterler uhular makaslar... keselim tutalım yapıştıralım hayır hayır bantlayalım.. ah bant uzun oldu... bu kez de kısa oldu... Aaaa bu kaplık bu deftere olmayacaktı ya offff..... Ama ben kitapla defter aynı kaplı olsun istiyordum. Hayır ya hepsi bu akşam kaplanacak... Öğretmen kaplıksız gelmeyin dedi... ler ler ler...
Yani kolay gelsinnnn diyorum hepimize...
Ve elbet hayırlı olsun yeni eğitim öğretim dönemi hepimize... Bakalım bizi ne sürprizler bekliyor bu sene...
Bir telaş bir telaş ki evlerden caddelere sokaklara dükkanlara taşıyor sanki ... Kıyafet alanlar çanta alanlar... Çocuğun elinden tutup adeta sürüklercesine o dükkandan bu dükkana girip çıkanlar... Mağlum illköğretim haftası... Etkinlikler bir hafta kadar sürer artık.... Güzel hatta keyifli bir koşturmacadır.... da
Bana göre kabus olan bölümü olmasa...
Ne zordur o kırtasiye aşaması... defterleri almamız lazım... hep de yarına istenir o defterler zaten.. Kaç yapraklı kaç ciltli, aa yanlış almışız, evladım neden güzel not almıyorsun...
Hele de o kaplık seçmeler, hepsi aynı mı olsun ayrı ayrı mı olsun ? aaa kaç ders vardı ? hepsinin defteri olacak mı ? şeffaf mı olsun renkli mi olsun? kağıt mı olsun? deseni ne olsun? Beğenmemeler sızlanmalar .... falan yerde daha güzelleri vardı. Filanca filan yerden aldı bende ondan istiyorum... Sonra o kaplığın hangi kitaba deftere kaplanacağına karar vermeler... ve evin ortasına yayılan kitaplar defterler uhular makaslar... keselim tutalım yapıştıralım hayır hayır bantlayalım.. ah bant uzun oldu... bu kez de kısa oldu... Aaaa bu kaplık bu deftere olmayacaktı ya offff..... Ama ben kitapla defter aynı kaplı olsun istiyordum. Hayır ya hepsi bu akşam kaplanacak... Öğretmen kaplıksız gelmeyin dedi... ler ler ler...
Yani kolay gelsinnnn diyorum hepimize...
Ve elbet hayırlı olsun yeni eğitim öğretim dönemi hepimize... Bakalım bizi ne sürprizler bekliyor bu sene...
IŞIĞIN SAVAŞÇISI
Işığın savaşçısı için bir çocuğun gözleri çok değerlidir, çünkü o gözler dünyaya acısız bakabilirler. Işığın savaşçısı yanındaki insana güvenip, güvenemeyeceğini anlamak isterse o kişiye bir çocuğun gözleriyle bakmaya çalışır.
....
Işığın Savaşçısı, hayatın mucizesini anlamayı başaran biridir. İnandığı şey için sonuna kadar savaşabilen ve denizin dibinde dalgaların harekete geçirdiği çanların sesini duyabilen biridir.
....
Işığın Savaşçısı, hayatın mucizesini anlamayı başaran biridir. İnandığı şey için sonuna kadar savaşabilen ve denizin dibinde dalgaların harekete geçirdiği çanların sesini duyabilen biridir.
Işığın Savaşçısının El Kitabı / Paulo Coelho
12 Eylül 2013 Perşembe
10 Eylül 2013 Salı
ÖĞRETMENİM !!!
Özellikle mesleğine yeni başlayan öğretmenlerimin hatta üniversite tercihinde öğretmenlik isteyenlerin okumasını istiyorum bu yazıları. Ne istiyorlar, ne düşünüyorlar... birinci elden öğrensinler istiyorum...
Siz okuyunca neler hissedersiniz bilmem ama ben her okuduğumda her gördüğümde o derin sevgiyi çok derinden hissetmekteyim. Evet hala görüşürüz. Hala gelir gider, arar sorar.... Ve hala o sevgi gözlerinde hala sesinde hala kelimelerinde....
Ben ne güzel bir mesleğe sahip oldum. Ben ne güzel şeyler yaşadım işte kanıtlarım diyorum....
Ne desem ne yapsam yetersiz kalıyor aslında...ne sevgimi
anlatabiliyorum ne teşekkürü dosdoğru
edebiliyorum. yaptıklarınız, değiştirdikleriniz, yaşattıklarınız hepsi birbirinden
ayrı harika... herşey için teşekkürler hocam.
sizi gerçekten anlıyorum. inanınki anlıyorum ama ne
yaparsınız dediğim gibi arada deli oluyorum işte dengesizliğim tutuyor.birazda
gerçekten bişeyleri halletmek için konuşmak gerek biliyorsunuz. konuştum ya
rahatladım işte. ama yetti mi bence yetmedi ama ZAMANI GELENE kadar sesimi
çıkarırmıyım bence çıkarmam. :)) o soruları sormanızı sabırsızlıkla
bekliyorum...
farkındayım bugün baya trip yaptım size ama o bile sizi
sevdiğim içindi emin olabilirsiniz.hani itiraf etmek gerekirse çoook hoşumada gitti ve gerçekten
bugün bi kez daha düşündümki ben çok şanslıyım. iyiki varsınız hocam iyiki
varsınız.
yeri geliyor kahrımı çekiyorsunuz,yeri geliyor benle
ağlıyorsunuz,yeri geliyor benle üzülüyorsunuz, yeri geliyor (ama daha bugün oldu)
azarımı yiyorsunuz, yeri geliyor belki bıkkınlık getiriyorum,yeri geliyor belki
sıkıyorum (e sizde yeri gelince kovuyorsunuz), yeri geliyor triplerimi
çekiyorsunuz. lafın kısası benim gibi bi belayla uğraşıyorsunuz. Ne deseniz haklısınız hak veririm
size.ama bütün bunlara ve arada bir yanınızdan kovmanıza rağmen beni
sevdiğinizi bilmek bu dünyada bi çok şeye bedel emin olabilirsiniz.o kocaman
yüreğinizde benimde ufacık bi yerim varya ölsemde gam yermiyim bence yemem. :))
şeyy hocam yaaaaaaa biliyormusunuz? bence siz bugün
yoruldunuz gerçi hangi gün yorulmuyorsunuz ki.kıyamaaaaaaaaaaam ben hocama
yaaaaa.yüzünüze o kadar çok yansıyorki yorgunluğunuz ama herşeye rağmen
gülüyorsunuz ve herşeye rağmen öğrencilerinizle teker teker elinizden
geldiğince ilgileniyorsunuz.hayranım bu enerjinize hayranım bu öğrencilerinizle
bağınıza hayranım o kocaaaaaaman yüreğinize... o yüreği kimse üzsün asla istemem biliyormusunuz? kimse
yorsun istemem ki zaten yorulacak bi yürek değil sizdeki.zaten yorulacak olsada
yorulmasın. :)) kendi yüreğime kıyarımda sizin yüreğinize asla asla hocam asla
kıyamam.
aslında bugün yaptıklarım için kendime kızdım ama gün geriye
akmıyor işte aksaydı...
bugünü unutmanızı asla istemem sizi üzmeme rağmen.niye
derseniz dünüm gibi bugünümüde ben sizinle yani benim için çok değerli biriyle
paylaştım her ne kadar onu üzsemde onlaydı günüm.ben bugünümü unutmam tıpkı dün
sizinle geçirdiğim günleri unutmadığım,yarın sizinle geçireceğim günleri
unutmayacağım gibi...sizinde unutmamanızı isterim.:)) her ne olursa olsun.
benden bıkmayın olurmu hocam? dediğim gibi
önemsemenize çok ihtiyacım var.
sonra sizi anladığımı hatta çok iyi anladığımı bilin olur
mu? inanın gerçekten anlıyorum sizi ve bugün daha bi iyi anladım emin
olabilirsiniz.o ihtiyacım olan ilginizde benden esirgemeyin ne olur!! bilinki
çok seviyorum sizi ve bilinki çok değer veriyorum size...
ve şu da var gülmek kime yakışıyor sorusuna milyonkere
cevabımsınız...
ve şimdi hiç sebebsiz sadece benim için
gülümsermiziniz? :)))))))))))))))
CANIMSINIZ
Ne diyebilirim, ne yazabilirim daha fazla.... Ama okuduğunuzda en çok anlamanızı istediğim hangi yaşta hangi konumda olursak olalım hepimiz özel olmak, hepimiz önemsenmek istiyoruz. Ve ben meslek hayatım boyunca en fazla bunu hissettim bunu hissettirmeye çalıştım... Hep uzattım ellerimi....Ve sonuçta çok sevdim çok sevildim.... Darısı mesleğine yeni başlayan öğretmen arkadaşlarımın başına....
9 Eylül 2013 Pazartesi
7 Eylül 2013 Cumartesi
ANNE BABALARA...
DOĞAN CÜCELOĞLU'NDAN BÜTÜN ANNE BABALARIN VE ÖĞRETMENLERİN OKUMASI GEREKEN BİR HİKAYE
Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:
- Hayrola, neden elimi öpmek istedin?
- Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinize katıldım. Hayatım değişti.
O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.
- Ne oldu, nasıl oldu?
- Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, "Bir insanın ana vatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına
olanaklar yaratmaktır."Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:
- Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, "Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına
olanaklar yaratmaktır." Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm.
Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?
- Hayır, neden?
- Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. "Oğlum bugün ödevini yaptın mı?" Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da
*sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, "cık" sesini çıkarıyordu.* Kızıyordum, söyleniyordum, "Niye yapmıyorsun ödevini!" diyordum.
Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.
Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:
- Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. "Ben ne biçim babayım," diye kendime sordum. Seminer için geldiğim*
İstanbul'dan çalışma yerim olan Kayseri'ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.
- Radikal bir karar!*
- Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam.
Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu.
- Eşiniz ne dedi?
- Hocam biliyor musun ne oldu?
- Ne oldu?*
- Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, "Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış!
Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz."
- Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!
- Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim.
Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.
- Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?
- İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve "Hayır!" anlamına gelen "cıkk" dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım.
Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti.
"Ne büyük tehlike!" diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım.
- Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir tehlike!
- İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, "Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın," demişti. O nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim!
Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim.
- Eşiniz gelmek istemedi!*
- Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye.
Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler.
Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi. "Çok mu kötü hocam?" diye sordum. Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. "Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?"
- Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?
- Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım.
İnanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. "O kadar mı kötü?" diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım.
Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum.Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.
"Gel seni yeniden kucaklayayım!" dedim. Kucaklaştık.
"Çocuklar Gülsün diye!" yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur.
Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler.
Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler.
Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!
Doğan CÜCELOĞLU
Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:
- Hayrola, neden elimi öpmek istedin?
- Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinize katıldım. Hayatım değişti.
O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.
- Ne oldu, nasıl oldu?
- Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, "Bir insanın ana vatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına
olanaklar yaratmaktır."Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:
- Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, "Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına
olanaklar yaratmaktır." Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm.
Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?
- Hayır, neden?
- Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. "Oğlum bugün ödevini yaptın mı?" Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da
*sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, "cık" sesini çıkarıyordu.* Kızıyordum, söyleniyordum, "Niye yapmıyorsun ödevini!" diyordum.
Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.
Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:
- Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. "Ben ne biçim babayım," diye kendime sordum. Seminer için geldiğim*
İstanbul'dan çalışma yerim olan Kayseri'ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.
- Radikal bir karar!*
- Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam.
Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu.
- Eşiniz ne dedi?
- Hocam biliyor musun ne oldu?
- Ne oldu?*
- Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, "Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış!
Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz."
- Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!
- Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim.
Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.
- Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?
- İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve "Hayır!" anlamına gelen "cıkk" dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım.
Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti.
"Ne büyük tehlike!" diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım.
- Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir tehlike!
- İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, "Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın," demişti. O nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim!
Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim.
- Eşiniz gelmek istemedi!*
- Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye.
Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler.
Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi. "Çok mu kötü hocam?" diye sordum. Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. "Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?"
- Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?
- Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım.
İnanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. "O kadar mı kötü?" diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım.
Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum.Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.
"Gel seni yeniden kucaklayayım!" dedim. Kucaklaştık.
"Çocuklar Gülsün diye!" yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur.
Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler.
Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler.
Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!
Doğan CÜCELOĞLU
6 Eylül 2013 Cuma
NASIL BÜYÜDÜ...
Sessizliğiyle haykırıyordu çocuğum. Görmemek imkansızdı....
Ne yazacağımı nerden başlayacağımı hiç bilemiyorum aslında
ne kadar yazacağımı da. Ama bir tek şey biliyorum o da elimi hiç
kaldırmayacağım.
Ne kadar uzun olursa o kadar iyi demiştiniz. Doğduğum
zamandan başlayacağım. Şimdiye kadar bazen yüzeysel belki ama bazen çok derin
olacak bazen gereksiz bazense çok önemli bilmiyorum ama gerçekten çok samimi
olacak. Her şey inanın içimden geldiği gibi olacak. Yine dolandırıyorum galiba.
Neyse artık bu kadar yeter başlıyorum.
88’in Ekim’iymiş doğduğumda. Annem, ben o zamanlar
babaannemlerle hep beraberiz tabi. Babam beni gördüğünde ben dört aylıkmışım.
Yani bir nevi ayrılıklarla doğmuşum. Dört ay… Onun için mi bilmem uzaklık beni
pek fazla etkilemez. Özlemem pek fazla. ( Kardeşim bunun dışında tabi ) Çok
sessizim, sakin, uysal, uslu bir çocukmuşum ben küçüklüğümde üzmezmişim annemi
pek fazla. Benden bir yaş büyük halamın oğlu var. Çocukluğumuz beraber geçmiş.
Yani oyun arkadaşı sorunu çekmemişim. Ama o zamandan başlamış hayatımın her
safhasında benimle olan duygular. Hiç bir zaman en olmamak. Hep onu daha fazla
sevmişler annemin anlattığına göre, hep bana kızmışlar, azarlamışlar. Ben
bundan şikayetçi olmamışım ama annem çok üzülmüş o zamanlar. Neyse. Benim
hafızam kuvvetli galiba biraz. Daha iki üç yaşımda yaşadığım olayları
hatırlıyorum. Benim iki yaşımdan üç yaşıma kadar bir alışkanlığım varmış. Ben o
zamanlar kül yerdim hatırlıyorum bunu. Sigaraların külleri sobadan dökülen
küller… Annem bir tek bunu bıraktırmak
için çok uğraşmış herhalde. Dört yaşımda olmama rağmen çok da hatırlayamadığım
belki de hatırlamamam gereken bazı olaylardan sonra babam annem ve ben babaannemlerden
ayrıldı. O zamanlar tabi kendimize ait bir evimiz olmadığından köyde bir
tanıdığın boş evine yerleştik. Babam köydeyken orada kalıyorduk, gemide ikense
anneannemlere gidiyorduk. Tabi ben küçük dayım da orada olduğu için orada çok
mutlu oluyordum. Bunun içindir mi bilmem anneannemleri hep daha çok sevdim. Ben
yedi pardon altı yaşımdayken döndük köye geri ve artık kendi evimize. O yılın
Eylül’ünde de ben okula başladım. Belki daha yedi yaşımda idim ama çalışmam
gerekiyordu bunu biliyordum. Çalışmam gerekiyordu. Çünkü babamı yılda bir görüyordum.
İnanın daha yedi aşımda bunu düşünüyordum. İşte şimdi bazılarının yaptıklarını
çok çocuksu diye kızmam onların benim yedi yaşımda yaptıklarımı
yapamamalarıdır.
Neyse çalıştım. Hep iyi idi. Daha da iyisi olması için
çalıştım. Başardım bir nevi gerçekten başarılı oldum. Arkadaşlarım tarafından
da çok seviliyordum. Çünkü bende onları gerçekten seviyordum. Evet seviliyordum. Öğretmenlerim tarafından
da seviliyordum. Ama çok da değil. Bilmiyorum belki de onlara kendimi
sevdirecek şeyleri çok da yapmadığımdandır. Ya da beni bir olayda diğerlerinden
başarılı diye ayırıp bana başka davranmaya çalıştıklarında onlarla tartışmaya
girdiğimdendir. Çünkü suçluysan suçlusundur, doğru yaptıysan da doğrudur. Evet,
çalışkandım başarılıydım. Ama bunu hiçbir zaman kullanmaya çalışmadım. Her
zaman alçak gönüllü olmaya çalıştım. Sadece yalnız sevdiğim insanların
sevgisini kazanmaya çalıştım. Sırf öğretmen diye (okuldan örnek veriyorum ) bir kişinin
sevgisini kazanmayı asla amaçlamadım. Çünkü böyle kazanılan sevgilerin hiçbir
işime yaramayacağın daha önce anlamıştım.
Sekizinci sınıftaydım sonunda. Yeni gelen okul müdürü ve
yeni gelen Türkçe öğretmenim sağ olsunlar bizi sınavlara hazırlamaya
çalıştılar. En azından LGS ‘nin önemini bize kavrattılar. Evet LGS’nin önemini
kavradım gerçekten. Ama pek de çalışmadım sınavlar için. Çünkü çok fazla
zorluğunu görmüyordum. Neyse sınav sürecinde biz İnebolu’da kursa gittik. Bu kursa iki kız iki
de erkek gidiyorduk. Kursta bir deneme sınavı yaptılar. Bu denemede benle
beraber kursa gelen iki kızdan biri ikinci biri dördüncü oldu. Bu sınavda ben
de iyi hatırlıyorum sekizinci oldum. Pazartesi okul başladı. Törenden sonra
bizim müdür çıkarttı iki kızı, milletin önüne durumu anlattı, millete onları
alkışlattı. Bir de bana oradan ‘ senden de bekliyorum aynı başarıyı yaparsın
artık ‘dedi alaylı bir şekilde. Ben belli etmedim ama bu çok koydu bana. Neyse
kendini çok severdim bir İngilizce öğretmenimiz vardı bana geldi ve aldırmamamı
söyledi yine çok samimi ve beni gerçekten diğerlerinden çok daha fazla seven
bir matematik öğretmeni vardı
O da bana ‘sen çok
daha iyi olacaksın ‘dedi. Evet bir hafta sonra yapılan sınavda ben
diğerlerinden çok daha iyi bir sonuç aldım dereceye de girdim ama bana onlara
yaptığı gibi çıkarmadı törende. Öyle
yapması çok daha iyi oldu benim için. LGS geldi çattı. Sınav çok iyi idi benim
için. Ama sonuçları gazeteden çıkarttık. Baktık millet uçmuş ben okulda beşinci
falan oluyorum Daha sonuçları gelmeden sene sonu karneleri alırken müdür yine
tip bir şekilde hangi okula gideceksin diye sordu. Kendimden emin bir şekilde .......... Lisesine dedim. Ama o yine alaylı ‘kazanabilecek misin bari?’ dedi. Ben sakin
sakin evet demekle yetindim. Birkaç ay sonra sonuçlar açıklandığında benim
gerçekten iyi olduğum okulda en iyi olduğum, İnebolu’da da en iyilerden olduğum
ortaya çıktı. Gazetedeki sonuçlara bakarken ( ben uçmayı fazla sevmem) bir ben
netimi doğru hesaplamışım. Geçenlerde ilköğretim okulun internet sitesine
girdim. Onlar için ne kadar önemsiz
olduğumu bir kere daha anladım. Okuldan şimdiye kadar en yüksek puanı alan
öğrenci olmama rağmen ismim oraya yanlış yazılmıştı. Okuldan ve kendimden ve
diğerlerinden ve olanlardan biraz fazla bahsettim. Herhalde uzun süredir
böylesine anlatacak birini arıyordum. Bunları sizinle daha sonra konuşmak
isterim. Çünkü yazmakta yetmedi bana bu
sefer…
Kastamonu’ya geldim
en sonunda. Kastamonu’da yatılı kalaktım. Yatılı kalmaya çabuk alıştım.Ben
önceden de yazmıştım ayrılıklara alışığım. Hentbol oynamaya başladım. Sevdiğim
bir şeyi yapmaya başlamıştım. Sonra
hentbol kız takımında bir kızdan hoşlandım. Kızara bozara ben o kıza arkadaşlık
teklif ettim. Kız beni reddetti. O zaman çok üzüldüm, ağladım. Ama sonra
anladım zaten bana göre değilmiş. Biliyor musunuz bu olaydan sonra sezgilerim
çok daha kuvvetlendi. Artık yüzüne baktığım an insandan dokuzuncu karakterini
tahmin edebiliyorum.
Ben kendimi çok çirkin bulurdum eskiden. Bu lise ikiye kadar böyle devam etti. Lise
ikide bazı şeyleri fark ettim. Aynanın karşısına geçtim baktım. Hiç de çirkin
değilmişim, hatta yakışıklı bile sayılırmışım. Lise iki benim için çok güzeldi.
Derdim tasam azdı. Okul iyi idi, dershanede iyi idi, arkadaşlarla beraber
birkaç kez şehir dışına gidip gezme fırsatı bulduk. Ama lise iki kötüydü de.
Çünkü yalnız kaldım. Çok yalnız kaldım. Hem de o kalabalığın içinde yalnız
kalmak çok üzdü beni. Bir şeyleri hep yanlış yapıyordum. Sanki herkes kaçıyordu
benden. Yani hazırlıktayken, 9.
sınıftayken herkes gelir ve belki de ilk bana açılırlar bana konuşurlardı.
Dertlerini bana anlatırlardı. Bir derdim olduğunu hissettiklerinde gerçekten
samimi olarak gelip sorarlardı. Yani bunlardan yoksun olmak beni üzdü, kırdı.
Aslında kırgınlığım onlara olmadı. Ben kendime kızdım. Her zaman bir şeyleri
yanlış yapıyorum. İnsanları hep kendimden kaçırıyorum diye. Acaba öyle miydi gerçekten? Yani bende miydi sorun? Yoksa onlarda mı?
Bu yıl pek güzel başlamadı aslında. Ama sonra güzelleşti.
Sonra yine kötü ve şimdi sizin sayenizde gerçekten güzel.
Biraz dershaneden biraz da sizden bahsetmek istiyorum artık.
Aslında ben lise ikide dershaneye gitmeyi hiç düşünmüyordum lise birdeyken.
Dershaneler sınav yaptı. Çok kötü olmayan bir sonuç aldım ..... den. Beş
altı arkadaş geldik bir gün konuşmak için ve mümkün olursa anlaşmak
için. bir ağbi vardı. Ve bir de ...... hoca vardı ben tarihçiyim dedi
bize. Benim kanım ısındı ona. TM’ci
olacağız ya. İyi, Tarihçi iyi dedim. Bu
hoca girer inşallah dersimize. Sonra ilk gün siz geldiniz. Ben karakter
okuyorum ya, işte dedim bu hoca da böyle
böyledir. Herhalde. Aslında pek de yanılmamışım. Bir yıl hatta bu yılın başında
da bir süre Ayşegül Hoca iyidir, bizim için çok uğraşıyor, bizi seviyor… Ama
gerçekten Ayşegül Hoca’ya bunları ve daha önce anlattıklarımı anlatırım hiçbir
zaman olmadı. Fakat siz beni çağırdınız, benimle konuşmak istediniz. Benim yine
aklıma bunlar yani bu kadarının olacağı gelmedi. Herhalde kötü gidiyorsun,
çalışmıyorsun falan diyeceksiniz zannettim. Zaten size geldiğim zaman da kötü
bir durumdaydım. İki gün sonra tekrar dershaneye geldim konuşmaya. İki gün
sonra bir daha, iki gün sonra bir daha… ve baktım gerçekten Ayşegül Hoca başka
bambaşka… Bir öğretmenden öte, çok öte. Ve ben Ayşegül Hoca’nın sevgisini
kazanmaya çalışıyorum. O’nun sevgisini kazanmak için bazı şeyler yapıyorum.
Çünkü lazım. O sevgi bana lazım. O’nun enerjisi, gücü… Şimdi bu kâğıdı yazmak
bile beni mutlu ediyor. Tıpkı kardeşimle konuşurken gülümsemem gibi ya da
Ayşegül Hocamın söylediğine göre bakışlarımın değiştiği gibi bilmiyorum. Acaba
olmasaydınız siz, ben bu yıl mutlu olabilir miydim? Hocam iyi ki varsınız ve
iyi ki bana değer veriyorsunuz ve bunu bana hissettiriyorsunuz. Sizi çok
seviyorum.
Uzun süre görüştük. Sonra araya yollar, yıllar gird tekledikç. Çok zaman oldu haberim yok. Ama bilin ki da artık iş güç sahibi bir insan bir yetişkin... Hatta insanlarla ve iletişimle ilgili çalışıyor. Evlendiğini duymuştum en son: belki çocukları bile var şimdi... Ama nerde ne yapıyor olursa olsun eminim elinden gelenin en iyisini yapıyordur...
MATEMATİK KABUSU
Bu da başka bir öğrencimin yakarışı....
Geçmişime doğru şöyle bir bakarsak özellikle ortaokulda
başladı Matematik kabusu. Bütün samimiyetimle söylüyorum hocam, hayatımda
hiçbir şeyden çekmedim Matematikten çektiğim kadar. Nedeni de ilköğretimdeki
temelden kaynaklanıyor diye de düşünürdüm. Ortaokulda yapmadığım şey kalmadı
matematik için. Uğraştım, didindim,
çalıştım, yağmur demeden, kar demeden okula; hafta sonu kursa gittim. Ama yine
aynı hamam aynı tas. İlk başta binanın temelini eksik atarsan öyle gider ya
benimkide aynen öyle oldu hocam. Ortaokul hayatım boyunca Matematikle uğraştım.
Hocam de biliyordu benim çalışıp didindiğimi. Ama nafile olmuyordu işte. Diğer
derslerim çok iyi. Matematik’e deyince akan sular duruyordu. Hocalar da
biliyordu benim bu matematikten ne kadar çok çektiğimi. Velhasıl liseye geldik.
Matematik yine geldi kapımı çaldı. Dedim bu sefer seni yeneceğim. Orada da
lisenin en eski, en sinirli, en huysuz hocası dersime girmesin mi! Dedim İbo,
sen bu sene de çekersin Matematik’ten. Dediğim gibi de oldu. Ne kadar uğraşsam
da nafile olmadı.zayıf değildi. Ama iyi olmalıydı derken ÖSS kapıyı çaldı.
Mesleğimi içinde Matematik’in olmadığı Türkçe öğretmenliği istedim. Derken
sınav kapıyı çaldı. Çalıştım, çok çalıştım. Öyle kötü huylarım: içkim, sigaram,
eve geç gelmelerim yoktur bende hocam. Eve gelir ders çalışırdım. Ama önümde
aşmam gereken bir şey vardı. O da yine Matematik. Hiçbir zaman kin gütmedim,
gıcık kapmadım. Ben bu dersi yapamıyorum demedim. Başarmaya çalıştım hocam. Ama
sonuçta yine üzülen ben oldum. ÖSS’ye yaklaştıkça Matematik’in üstüne eğildim.
Eğildikçe, eğildim. Ama o bana gerçek sevimli yüzünü göstermedi hocam. Hep
ilkokulda Matematik’in temelini düzgün alamamamdan kaynaklanıyordu hocam. Bunu
biliyorum, ama ne yapayım. Derken sınav yaklaştıkça düşünüp durdum. Ben bu
Matematik’i ne yapacağım diye. Ama elimden gelen her şeyi her şeyi yaptım. Ama
yine de olmadı. ÖSS açıklanmış, kazanamadığımı öğrenince dünyalar başıma
yıkılmıştı. Hep bu Matematik yüzünden. ÖSS’ye çalışmayıp da yatarak veya az
çalışıp girmedim. Çalıştım çok çalıştım. Ama bir yerde eksik varmış. O da
Matematik Ya hocam böyle.. Ben hiiç bir şeyden çekmedim. Matematikten çektiğim
kadar. Bu zamana kadar yakamdan tuttu. Bırakmıyor. Eminim bırakmayacak da
biliyorum çünkü. İnşaallah ama inşaallah bu sene bu Matematik’i halletmem
lazım. Yoksa o beni halledecek. Bu arada sizin dersinizden hiçbir şikayetim
yok. Sinirli olmayın .O güler yüzünüzü eksik etmeyin yeter hocam.
Şimdi nerde ne yapıyor bilmiyorum. Ama dilerim gönlü güzel öğrencim gönlüne göre şeyler yaşıyor olsun...
SÜPRİZZZZZZZ !!!
Çokkkkkkkkkk mutluyum, çok gururluyummmm, çok çok çok anlatılmazım.....
Yaklaşık bir saat önce ofisin kapısı çaldı. Bu saatte randevu beklemediğimiz için pek oralı olmadım.
Asistanım canımın kapıyı açtığını duydum. Peşinden de adımı... "Ayşegül Hanım burda mı?" Şöyle bir doğruldum ayağa kalktım o zaman kapıya doğru yöneldiğim sırada " Bakalım tanıyacak mı beni "dedi bir ses ardından bir görüntü. Tanımadım :( " Yüz tanıdık geliyor ama çıkaramadım dedim." ( Aman allahım yaşlanıyor muyum. Nasıl tanıyamam.. gibi depresyona giden yola girmedim ama hemen söyleyeyim. )
Sonra adını söyledi.... Aman Tanrım duyar duymaz hatırladım...
21 yıl önceden bir isim... İlk öğretmenliğim. Hatta uzun süre sokakta " hocam" diye seslendiklerinde üstüme dahi alınmadığım zamanlarda... O kadar eski....
İnanamadım ne diyeceğimi ne yapacağımı bilemedim. Hemen sarıldım. Sen sen nasıl yani, inanmıyorum diye....
Paylaşımlarınızdan haberim vardı hocam internette. Dün gece burdan geçerken tabelanızı gördüm. Bugün de çok işim olmasına rağmen uğramak istedim dedi. Sanki bana dünyayı verdi. Hele de aslında başka bir şehirde yaşadığını Kastamonuya yılda ya da 2 yılda bir ancak geldiklerini şimdi de bir düğün nedeniyle burda olduğunu söylediğinde ayrı bir duygulandım. Koşarak yaşanan günlerde sıkıştırılmış bir zaman.... Müthiş... Ve üstelik ben derslerine giren bir öğretmen de değildim. Sadece arada sohbetler, paylaşımlardı onu buraya getiren...
Ne diyebilirim. Ne anlatılabilir... Öğrencilerim " Hep söylenecek bir şeyiniz var hocam. Her durumda bir şey buluyorsunuz derlerdi... Yanılıyorlar aslında bazen hiç kelimem olmuyor nerdeyse.. İşte tam da o anlardan birini yaşadım o an, yaşıyorum hala...
Mutluluk sevinç, gurur, şok, şaşkınlık, vefa, saygı, takdir, sabır... daha bir yığın duygu yazılabilir buraya.. Ama bunları cümlelere dökebilecek kadar iyi olduğumu sanmıyorum şu anda....
BİRAZ DA SİZDEN...
İşte bir öğrencimin kağıda yansımış duygularından bir kesit...
İnsana sonsuzluk hissini veren kocaman bir hayat… İşte bu
beni ben yapan. Özgürlüğümdür beni mutlu kılan. Hayatımı kendim yönetebilmem,
en iyi şekilde düşünebilmem ve kendime yön verebilmemdir benim için önemli
olan. Yaşamayı, bu mükemmel hayatı çok seviyorum. Her şeyden zevk almasını
biliyorum. Hiç bilmediklerimi de kendime öğretiyorum. Gelişim ve değişime de
çok önem veririm. Her günüm bir öncekinden daha güzel ve başarılı olmalı. Ve
bunun için de elimden gelen her şeyi yaparım yapıyorum da. Amacım bir an önce
hayalimdeki olmak istediğim bana ulaşabilmek. Her yönüyle mükemmeli bulmak
istiyorum. Herkes bunun zor olduğunu söyler. Ama zoru severim ben. Şunu da
gayet iyi biliyorum ki insan inandıktan ve istedikten sonra engeller ve bir
tarafa çekilir. Yaşama sebebimin farkındayım. Asla vazgeçemeyeceğim hedeflerim
var. Ve çok iyi bir hukukçu olmak istiyorum. Böylece her şeyi başarabileceğime
ve mutlu olacağıma inanıyorum. Sosyalleşmek de benim için son derece önemli.
Fakat istediğim seviyeye henüz ulaşamadım. Hayatımın farklı bir amacı da
insanlar… Uğurlarında her şeyi yapabilecek kadar çok seviyorum onları. Her
insan aslında yalnızdır Ama çevresinde sevdiği ve sevildiği insanlar oldu mu
daha anlamlıdır diye düşünüyorum. Her insanla iletişimde bulunarak kendime
farklı bir anlam katıp başkalarına da yeni bir şeyler kazandırdığıma
inanıyorum. Ben öğrenmeyi seviyorum. Bu nedenle ailem, arkadaşlarım, dostlarım,
öğretmenlerim ve çevremdeki herkes beni çok yakından ilgilendiriyor. Onlar için
canımı bile verebilirim. Bu kadar yoğun bir sevgi… Hayat felsefem gibidir bu ‘’
Sevmek ve Sevilmek’’. Bunların yanında dışa dönük birisi olmama rağmen
negatiflerimi hep içimde yaşarım. Çok yakınımdakiler hariç bunu herkes bilmez.
Geçenlerde kendimle yüzleştiğim bir gün insanları mutsuz etmekten, sıkmaktan
korktuğum için bunu yaptığımı düşündüm ama doğruluk payı ne kadar tam
bilmiyorum. Kendimi tamamlamak için kişisel gelişimle ilgileniyorum. Gelişimin
yanında da beni çok mutlu ediyor. Kendim, insanlar ve hayat hakkında düşünmek
bana farklı bir anlam katıyor. Çoğu zaman da bunları kâğıda aktarıyorum. Ayrıca
günlük tutmayı seviyorum. Hayatın ve her insanın gizemli bir denklem olduğunu
düşünüyorum. Zamanımın bir kısmını da bu denklem çözümleri için ayırıyorum. Bir
anda bunları unutup karamsarlıklar da yaşamıyor değilim. Ama kendimi
kurtarmasını da biliyorum. Doğrusu bilmek zorundayım. Zaman kaybetmeye gelmez.
Hedeflerim beni bekliyor.Bunları hiçe saymam benliğimi kaybetmektir benim
için. Kendime güveniyorum. Her zaman yüreğimde yaşama sebebimi sevgiyle
saklıyorum. Ve ben yaşadığım sürece o hep orda kalacak. Ben ise hep ileride…
Kendimi bildim bileli Tarih’i çok seviyorum. Fakat hazırlık
sınıfında tarih derslerinin olmayışı ve özellikle Lise 1’deki öğretmenimizin
Tarih’in ve görevinin bilincinde olmaması açıkça beni tarih’ten soğuttu. Fakat
Tarih’e duyduğum sevgi hiç azalmadı. Şu ana kadar Tarih Hocalarımın, içimde
taşıdığım bu öğrenme coşkusunu benimle paylaşmadılar o kadar. Ben ise bunu
paylaşarak öğrenmek istiyorum. Bütün bu olumsuzluklara rağmen geçmişini bilen,
bugünün bilincinde ve geleceğe hakim çok iyi bir hukukçu olmak istiyorum.
Tarihi en iyi şekilde sizinle öğrenmeye hazırım. Sizi ilk gördüğüm anda çok
sevdim. İlk defa sizin gibi Tarihi coşkulu severek anlatan bir hocam var. Bu
inanın guru verici. Anlatım tarzınız, içtenliğiniz, bilgi seviyeniz, her şeyle
üstünsünüz. Tarihe yeni bir can vermiş gibisiniz. Bu nedenle kendimi çok şanslı
hissediyorum. ( Sizin gibi bir hocam olduğu için ) Eğer Tarih konularını
sizinle işlersek ( umarım öyle olur ) ÖSS’de meslek hayatımda da çok başarılı
olacağımın garantisini verebilirim size. Sizi tanımak güzel ve mutluluk verici.
Şunu da eklemek istiyorum; kendimi sizde buluyorum. Demek tam uygun olur mu
bilmiyorum ama olmak istediğim ‘ben’ e çok paralel bir kişiliğiniz var. Bu
nedenle sizi daha çok seviyorum. J
diyor sevgili öğrencim.. Aslında mütevaziliğime yakışır şekilde (öhö öhö) benimle ilgili bölümleri bir an çıkarayım dedim. Ama bu ukala yanımı ve her insan gibi egolarım olduğunu inkar etmek olacaktı. Bu da dürüstce değil . O zaman... bırakalım kalsın dedim.. Hatta "bakınnnnn neler yazmış benim çocuklarımmmmm" bile demek istedim :))) Ama işin açıkçası güzel hislerimin anlaşılır olduğunu ve kabul bulduğunu görmek ve yeni başlangıçlar yapacak gücü bulmak benimkisi...
Ve eklemeden geçemeyeceğim.. Bu yazıyı yazan öğrencimle hala görüşüyor, paylaşıyoruz. Ve o artık gerçekten bir hukukçu.. Ve gerçekten her geçen gün kendini besleyen bir hukukçu... Onunla gurur duyuyorum:)))
4 Eylül 2013 Çarşamba
BEN DE SİZİ SEVİYORUM...
21 yıl geçti sınıfa ilk girdiğim günden bu yana... Ben bile inanamıyorum bazen. Daha yeni giriyordum sınıfa bacaklarım titreyerek ve gerçekten nasıl üstesinden geleceğimi bilemeyerek...Daha yeni imreniyordum 2. yılı olan öğretmenlere dahi...
Geldi geçti peh peh peh....
İkinci yılımdan başlayarak bir gelenek oluşturdum girdiğim tüm sınıflarda. Aslında tamamen başka bir nedenle başladım ama başka amaçlara hizmet etti olay. Biraz saptı anlayacağınız. Ama iyi de oldu. Hiç bir sapma bu kadar anlamlı ve değerli sonuçlar doğuramaz sanırım.
Dersine girdiğim öğrencilerden ilk bir ay geçtikten sonra bana kendi tarihlerini anlatmalarını istedim. "Tarih dersi geçmişiniz nasıldır? Neleri anlamadınız.? Sizce neden anlamıyorsunuz? ... "gibi. Amacım o konuları daha özenle anlatmak, öğrencilerime özellikle zorlandıkları yerlerde özel ilgi göstermekti. Bu durumu paylaştığım ilk sınıfta bir öğrencim " Sadece Tarihten ya da derslerden mi bahsedeceğiz yani" deyince birden uyandım. " "Hayırrr tabi ki istediğinizi yazabilirsiniz. Kendi özelinizde paylaşmayı uygun bulacağınız ve dileğiniz her şeyi yazabilirsiniz.Okumaktan çok mutlu olurum."dedim.
Heyecanla bekledim ilk yazıları... Ve öyle şeyler geldi ki ben bile bu kadarını tahmin edemezdim. Öyle şeyler yazdılar ki ağladım bazen, bazen güldüm. Bazen sessizce aktı gözyaşlarım bazen sessizlikte çınladı kahkahalarım. Bazen utandım sırada gördüğüm o çocuk muydu bu cümleleri kuran. Bazen kızdım kendime hiç mi bakmadın hiç mi anlamadın diye... Bazen şok oldum o kantinde neşeli kahkahalar atan kız mıydı her gece içen babasından kendini sokağa atarak kurtaran...
Her türlü duyguyu yaşadım derinden ve çok şey öğrendim özellikle de mesleğimi öğrendim onlardan.
Ben çok şanslı ama aynı zamanda çok iyi bir öğretmen oldum. Çünkü benim öğretmenlerim çok iyi idi. O öğretmenler öğrencilerimdi. Onlar neyi nasıl yapacağımı tek tek ve çok iyi öğrettiler bana...
Her sene her sınıfta her biri üşenmedi anlattı, yazdı, baktı, konuştu, gülümsedi ve anlattı bana...
İsimleri farklıydı. Tipleri farklı idi. Ama duygular hep aynı. Onlar hep benim yanımda oldular. Annemi kaybettim benimle ağladılar, hastalandım sınıfa çorba getirdiler, eve geç geldim, telefonlarına cevap vermedim diye merak edip hastaneleri dolaştılar, dersaneye birlikte yürüyelim diye dolmuşların önünü beklediler, derse gelmedim diye soluğu kapımda aldılar, doğum günlerimde kapımı, evimi çiçeklerle doldurdular...
Bana öylesine güzel öylesine anlamlı öylesine unutulmaz anlar yaşattılar....
Ve bir gün biri çıkıp dedi ki üstelik " Bizi sevdiğiniz için teşekkür ederiz.." Nasılda dolmuştu gözlerim gözleri gözlerimde iken, nasıl da ağlamıştım hem de burnumu çeke çeke ...
Onlar beni o kadar çok sevdiler ki nefesim kesilirdi. Benim onları sevmemem imkansızdı.
Bilirler bazı geleneksel cümlelerimiz vardı. Bu da onlardan biri oldu daima... " Ben de sizi seviyorum. Hatta işi abartmıştım. Her durumda kullanıyordum bunu. Günaydın demeden mi geçti yanımdan seslenirdim ardından
" Biz eskiden selamlaşırdık sana da günaydın ve bende seni seviyorum" diye. Hele de onların hoşlanmayacağı şeyler söylediğimde ya da yaptığımda da (örneğin derse geç geldiği için "Sen şimdi elbette fazladan test çözmek istersin, ben şimdi sana nasıl hayır diyeyim. Tabi ki çözebilirsin canım benim değil mi? dediğimde ) ve onlar bu durumdan hoşlanmayıp bir şey söyleyemediğinde de içlerinden geçenlere tercüman olmak için de kullanırdık bu cümleyi.... " Canım canım biliyorum gerçekten beni çok seviyorsun. Hele şu an bu duygun tavan noktasında eminim. Anlıyorum seni.. İnan bana ben de seni çok seviyorum :) " gibi...
Her ne kadar muhabbet dolaylı cümlelerle geçip sataşma içerse de duygular konusunda hep samimi hep dürüst olduk :) Ben onları hep sevdim taa ilk günden ....
Yakında özellerini ve elbet isimlerini açıklamadan paylaşımlarda bulunacağım sizlerle... Hatta ileride bir kitaba dönüştürmek bile olabilir... Ve sanırım sınavlara hazırlanan öğrenciler için, anne babalar için, öğretmenler için, rehber uzmanlar için, hatta belki psikologlar için çok iyi bir kaynak olacaktır. İlk elden kaynak. Doğrudan aracısız anlatılan duyguları ile "Biz de vardık. Biz de bunları yaşadık. Biz de bunları hissettik" diyecekler bağıra bağıra...
Hatta belki imza günü yapıp bir araya geleceğiz tekrar.
Hepinizi öpüyor ve kucaklıyorum sevgili öğrencilerim ... ve biliyorsunuz ya
"Ben de sizi seviyorum... "
Geldi geçti peh peh peh....
İkinci yılımdan başlayarak bir gelenek oluşturdum girdiğim tüm sınıflarda. Aslında tamamen başka bir nedenle başladım ama başka amaçlara hizmet etti olay. Biraz saptı anlayacağınız. Ama iyi de oldu. Hiç bir sapma bu kadar anlamlı ve değerli sonuçlar doğuramaz sanırım.
Dersine girdiğim öğrencilerden ilk bir ay geçtikten sonra bana kendi tarihlerini anlatmalarını istedim. "Tarih dersi geçmişiniz nasıldır? Neleri anlamadınız.? Sizce neden anlamıyorsunuz? ... "gibi. Amacım o konuları daha özenle anlatmak, öğrencilerime özellikle zorlandıkları yerlerde özel ilgi göstermekti. Bu durumu paylaştığım ilk sınıfta bir öğrencim " Sadece Tarihten ya da derslerden mi bahsedeceğiz yani" deyince birden uyandım. " "Hayırrr tabi ki istediğinizi yazabilirsiniz. Kendi özelinizde paylaşmayı uygun bulacağınız ve dileğiniz her şeyi yazabilirsiniz.Okumaktan çok mutlu olurum."dedim.
Heyecanla bekledim ilk yazıları... Ve öyle şeyler geldi ki ben bile bu kadarını tahmin edemezdim. Öyle şeyler yazdılar ki ağladım bazen, bazen güldüm. Bazen sessizce aktı gözyaşlarım bazen sessizlikte çınladı kahkahalarım. Bazen utandım sırada gördüğüm o çocuk muydu bu cümleleri kuran. Bazen kızdım kendime hiç mi bakmadın hiç mi anlamadın diye... Bazen şok oldum o kantinde neşeli kahkahalar atan kız mıydı her gece içen babasından kendini sokağa atarak kurtaran...
Her türlü duyguyu yaşadım derinden ve çok şey öğrendim özellikle de mesleğimi öğrendim onlardan.
Ben çok şanslı ama aynı zamanda çok iyi bir öğretmen oldum. Çünkü benim öğretmenlerim çok iyi idi. O öğretmenler öğrencilerimdi. Onlar neyi nasıl yapacağımı tek tek ve çok iyi öğrettiler bana...
Her sene her sınıfta her biri üşenmedi anlattı, yazdı, baktı, konuştu, gülümsedi ve anlattı bana...
İsimleri farklıydı. Tipleri farklı idi. Ama duygular hep aynı. Onlar hep benim yanımda oldular. Annemi kaybettim benimle ağladılar, hastalandım sınıfa çorba getirdiler, eve geç geldim, telefonlarına cevap vermedim diye merak edip hastaneleri dolaştılar, dersaneye birlikte yürüyelim diye dolmuşların önünü beklediler, derse gelmedim diye soluğu kapımda aldılar, doğum günlerimde kapımı, evimi çiçeklerle doldurdular...
Bana öylesine güzel öylesine anlamlı öylesine unutulmaz anlar yaşattılar....
Ve bir gün biri çıkıp dedi ki üstelik " Bizi sevdiğiniz için teşekkür ederiz.." Nasılda dolmuştu gözlerim gözleri gözlerimde iken, nasıl da ağlamıştım hem de burnumu çeke çeke ...
Onlar beni o kadar çok sevdiler ki nefesim kesilirdi. Benim onları sevmemem imkansızdı.
Bilirler bazı geleneksel cümlelerimiz vardı. Bu da onlardan biri oldu daima... " Ben de sizi seviyorum. Hatta işi abartmıştım. Her durumda kullanıyordum bunu. Günaydın demeden mi geçti yanımdan seslenirdim ardından
" Biz eskiden selamlaşırdık sana da günaydın ve bende seni seviyorum" diye. Hele de onların hoşlanmayacağı şeyler söylediğimde ya da yaptığımda da (örneğin derse geç geldiği için "Sen şimdi elbette fazladan test çözmek istersin, ben şimdi sana nasıl hayır diyeyim. Tabi ki çözebilirsin canım benim değil mi? dediğimde ) ve onlar bu durumdan hoşlanmayıp bir şey söyleyemediğinde de içlerinden geçenlere tercüman olmak için de kullanırdık bu cümleyi.... " Canım canım biliyorum gerçekten beni çok seviyorsun. Hele şu an bu duygun tavan noktasında eminim. Anlıyorum seni.. İnan bana ben de seni çok seviyorum :) " gibi...
Her ne kadar muhabbet dolaylı cümlelerle geçip sataşma içerse de duygular konusunda hep samimi hep dürüst olduk :) Ben onları hep sevdim taa ilk günden ....
Yakında özellerini ve elbet isimlerini açıklamadan paylaşımlarda bulunacağım sizlerle... Hatta ileride bir kitaba dönüştürmek bile olabilir... Ve sanırım sınavlara hazırlanan öğrenciler için, anne babalar için, öğretmenler için, rehber uzmanlar için, hatta belki psikologlar için çok iyi bir kaynak olacaktır. İlk elden kaynak. Doğrudan aracısız anlatılan duyguları ile "Biz de vardık. Biz de bunları yaşadık. Biz de bunları hissettik" diyecekler bağıra bağıra...
Hatta belki imza günü yapıp bir araya geleceğiz tekrar.
Hepinizi öpüyor ve kucaklıyorum sevgili öğrencilerim ... ve biliyorsunuz ya
"Ben de sizi seviyorum... "
3 Eylül 2013 Salı
ABD SAVAŞA GİRMESEYDİ...!!!
Çok sık yaşanırdı derslerimde...
-
Hocam ABD I. Dünya Savaşına girmeseydi ne olurdu?
-
Ama girmiş
-
Ya girmeseydi hocam?
-
Ama girmiş
der gülümserim. Aldırmadığımı
düşünür tekrar sorarlar. Hatta sınıftakilerden bazıları da destek verir.
-
Hocam ABD I. Dünya Savaşına girmeseydi ne olurdu
diyoruz…
-
Ama girmiş diyorum ya. Ve girdiği halde neden girmediği
zaman olabilecek yüzlerce belki binlerce olasılığın hesabını yapalım. Kaldı ki
bu arada bunları konuşur tartışırken, yaşanan birçok olayı konuşmaktan da geri
kalalım.
-
Nasıl yani ???
-
Tıpkı yaşam gibi. Tıpkı yaşamda yaptığımız ama
yapmamayı tercih ve tavsiye ettiğim gibi…
Bana göre yaşamda kendi kendimize yarattığımız en büyük
sorunlardan biri bu. Olmayan ya da en azından henüz olmamış olayları
düşünmekten, konuşmaktan; olmuş, bitmiş, çoktan geçmiş olayları düşünüp offf lamaktan
ahhh lamaktan, sızlanmaktan, şikayet etmekten, özlem duymaktan, beklemekten,
şimdiye vakit kalmıyor.
Bugünü, şu anı düşünmeye, konuşmaya, ve en önemlisi yaşamaya ne fırsatımız kalıyor
ne de zamanımız ne de gücümüz…
2 Eylül 2013 Pazartesi
İŞİTSEL ALGI EĞİTİMİ
Bazı çocuklar her ortamda her
türlü sesten rahatsızlık duyarlar. Ne sesi olursa olsun, hatta sessizlik bile
onları rahatsız eder, derslerini çalışamaz veya herhangi bir konuşmaya
yoğunlaşamazlar. Aynı sorunu yaşayan genç ya da yetişkin biri de olabilir.
Çocuğa sözel olarak verilen bilgiler, örneğin öğretmenin sınıfta ders anlatması
çocuğun dersini öğrenmesini sağlayamayabilir. Evde de çocuk ders yapmak için
hazırlanıp oturur, kitabını açar ve gözünü kitabın sayfasına yönlendirir. Gözü
sayfadadır ancak düşünceleri, çoktan odanın dışına çıkmıştır. Aynı sayfayı ilk
satıra dönerek 10- 15 kez okur ama sonuç alamaz.
İletişim insanların birbirlerini
bilgilendirmeleri ve birbirlerini anlamaları demektir. İnsanların
düşüncelerini, ihtiyaçlarını ve duygularını aktarmak amacıyla iletişim
kurarlar. Bütün insanlar düşünceleri konuşarak el yüz ve vücut hareketlerine
başvurarak, yazarak iletirler. İnsanların çoğu iletişim kurmak için bu yollara
başvurur. Ancak özellikle sözel iletişimi de konuşmak ve dinlemek en çok
kullanılan yollardandır. İşitme güçlüğü içinde olanlar hem aileleri ile hem de
çevredeki kişilerle iletişim kurmakta zorlanırlar, bu zorlukların giderilmesi
için öncelikle iletişimin temeli olan dinleme becerilerinin geliştirilmesi
gerekir.
Dinleme becerilerini işitme
eğitimi çalışmalarıyla da geliştirebiliriz. Bizler günlük yaşamımızda
çevremizde pek çok ses duyarız. Ancak çoğumuz duyduğumuz bu seslerin tümünün
farkında değiliz. Örneğin komşudaki televizyon sesi, dışarıdaki kamyonun
homurtusu, yan odadaki yazı makinesinin sesi bizi ilgilendirmiyorsa farkına
bile varmayız. Ancak banyodaki musluktan akan su sesi, ocaktaki tencere
tıkırtısı bizi ilgilendirdiği için bu seslere kulaklarımızı tıkayamayız.
İşitme sorunu olan çocuğunuz
böylesi bir seçme şansına sahip değildir. O uzun sürede gelişecek olan dil
gelişimine yardımcı olması için bütün duyularından, işitme kalıntısından
yararlanmak zorundadır.
Biz onda iyi bir dinleme
alışkanlığı geliştirmesine yardımcı olmakla ,işitme duyusundan en fazla yararlanmasını
sağlayabiliriz.
Konuşma bozukluğu olan yani,
yarım, eksik konuşan, kısa sözcük dizimleri ile kendini ifade etmeye çalışan ve
fonolojik (harf) hataları olan çocuklarda Berard Metodu çocuğun konuşma
gelişimini hızlandırır. İşitsel algıyı artırarak, dinleme ve söylenilen
sözcüklerin farkındalığını geliştirir. İşitsel farkındalığı artan çocuk,
söylenenleri daha iyi ayırt edebilecek, işitmeyi dinlemeye döndürecek ve
konuşma terapi programını da aldığı zaman bu sürecin hızlanmasında ciddi,
olumlu faydaları olacaktır. İşitsel ayırt etme ile söylediklerinin veya
söylenenlerin doğru veya yanlış olduğunu daha iyi analiz edebilecektir.
Üç
yaş itibariyle, herkese uygulanabilen Berard Eğitim Metodu, kulağında organik
bir sorun olan, işitme kaybı bulunan ve kulağında metal tüp bulunan kişilere
uygulanmaz.
Berard
Eğitim Metodu süresinde ve 6 ay sonrasına kadar kulaklık ile müzik dinlenemez
Yapılan bilimsel çalışmalar Mozart
müziğinin zihinsel performans ve konsantrasyonu arttırdığını
göstermiştir. Berard Eğitim Metodunda klasik müziğin zihinsel
antrenmanına ek, Mozart etkisinin oluşturulmasına dayanır. Kulağımızın
işitemediği müzik seslerini filtre ederek sağ ve sol kulağa işlenmiş müzik
dalgaları ile iletir.
Konuşmasında akıcılık bozukluğu
bulunan (kekemelik) veya hızlı konuşarak (takifemia) sözcükleri yutan veya
yuvarlayan çocuk veya bireylerde 2-4 aylık süreçler içerisinde konuşmanın
akıcılığını, ritmini düzenlemede etkili bir eğitim metodudur.
Kekemelik konuşmanın çift tekrarlı
duyulması ve uzatma, bloklar veya tekrarlarla konuşmanın akıcılığının bozulması
durumudur.
Berard
İşitsel Algı Eğitim Metodu ile sağ ve sol beyin karışıklığı düzenlenerek sol
beyin çalışması yapılmaktadır. Eğitim Metodunun tamamlanmasından sonra dinleme
ve söyleme farkındalığının arttığı görülmektedir. Devam edilen konuşma terapi
programı ile (solunum-gevşeme, ritm, ses uzatma gibi..) kekemeliğin şiddetinde
azalma yanı sıra konuşma akıcılığında ilerleme kaydedilmektedir.
BERARD METODU NEDİR?
BERARD METODU
Berard Metodu
bir tedavi yöntemi ya da bir terapi değildir. Adından da anlaşıldığı gibi
bir EĞİTİM'dir. Eğitimde başarılı olmak isteyen herkes bu eğitimden
yararlanabilir.
Berard Metodu, Kulak Burun Boğaz doktoru Guy Berard tarafından geliştirilen, etkisi klinik
araştırmalarla kanıtlanmış bir işitsel algı eğitimidir. Berard, işitmenin
dinlemeye dönüşmesi gerektiğini, öğrenmede sağ kulağın etkin olduğunu,
konsantrasyonun, işitme sistemiyle doğrudan bağlantılı olduğunu belirtir.
Bu metoda, özel bir
amfi niteliğindeki cihazımız, dinlenilen müzikteki olumsuz ses frekanslarını
süzerek kulağımıza yalnızca konsantrasyonu artıracak ses titreşimlerini iletir.
Bu sayede zihnimizin dinleme, algılama, konsantre olma, hatırlama, dikkat
toplama, yorum yapma, bilgileri algı merkezimizde işleme gibi var olan
yeteneklerimizin ortaya çıkmasına neden olur. Berard yöntemi algının
bütünlüğüne işitsel olarak yönlenir. Suya atılan bir taşın etrafında
oluşturduğu halkalar gibi, işitme merkezlerinin etrafında oluşan halkalar diğer
merkezlerimizi de etkiler. Kullanılmayan yetilerin devreye girmesi ve
kapasitenin en yüksek oranda kullanılması ile hem işitsel hem de bedensel
alanda konsantrasyonu fazlalaştırır. Berard’ın 10 yıllık deneme süresince
yaptığı çalışmalarda, etkinin maksimum olarak kendini gösterdiği zamanı, otizm
ve benzeri durumlarda 9 ay olarak tespit etmiştir. Etki, yavaş yavaş yükselerek
tam 9 ayda tepe noktasına ulaşmış oluyor ve orada kalıyor. Berard sadece
konsantrasyon ve algı için eğitim alan kişilerde ise etkinin tam tepe noktasına
ulaşmasını 6 ay olarak belirlemiştir.
Yapılan
bilimsel çalışmalar Mozart müziğinin zihinsel performans ve konsantrasyonu
arttırdığını göstermiştir. Berard Eğitim Metodunda klasik müziğin zihinsel
antrenmanına ek, Mozart etkisinin oluşturulmasına dayanır. Kulağımızın
işitemediği müzik seslerini filtre ederek sağ ve sol kulağa işlenmiş müzik
dalgaları ile iletir. Etki, aslında daha dinletiler sırasında kendini
göstermeye başlar.
Üç yaş itibarıyla her
yaşa uygulanabilir. Kulağında organik bir sorun olan ve metal tüp bulunan
kişilere uygulanmaz. Ayrıca kişinin dinletiler sırasında sağlıklı olması
gerekir.
KİM BİR KOÇLA ÇALIŞIR?
KİM BİR KOÇLA ÇALIŞIR?
- Kariyerini değiştirmek
veya geliştirmek isteyenler
- Sınavlara hazırlananlar
- Herhangi bir sebeple hayatlarında dönüm noktasında olanlar (Meslek seçme, emeklilik, boşanma…)
- Hayatlarını planlamakta güçlükler yaşayanlar
- İlişki problemleri yaşayanlar ve iletişimlerini daha geliştirmek isteyenler (iş yaşantısında; aile veya arkadaşlıklarında)
- Hayatına yenilik katmak isteyenler
- Hayatlarındaki ikilemlerden ya da karmaşadan şikâyetçi olanlar,
- Kendilerini tanımak, hedeflerine ulaşmak isteyenler
- Sınavlara hazırlananlar
- Herhangi bir sebeple hayatlarında dönüm noktasında olanlar (Meslek seçme, emeklilik, boşanma…)
- Hayatlarını planlamakta güçlükler yaşayanlar
- İlişki problemleri yaşayanlar ve iletişimlerini daha geliştirmek isteyenler (iş yaşantısında; aile veya arkadaşlıklarında)
- Hayatına yenilik katmak isteyenler
- Hayatlarındaki ikilemlerden ya da karmaşadan şikâyetçi olanlar,
- Kendilerini tanımak, hedeflerine ulaşmak isteyenler
- Hayatta daha iyisini
yapabileceklerine inananlar
….
Koçluk Süreci Nasıl İşler?
Haftada bir, 1 saatlik görüşmeler şeklinde…
Koçluk Süreci Nasıl İşler?
Haftada bir, 1 saatlik görüşmeler şeklinde…
Hedeflere veya görüşülen konuya göre bu
süre daha kısa ya da daha uzun da olabilir.
“ İlk seans ücretsizdir. “
ASM
Yaşam Koçluğu & Eğitim Danışmanlığı & Berard AİT - İşitsel Algı Eğitimi & Kahkaha Terapisi
Cumhuriyet Cad. No:60 Kat: 4
Cumhuriyet Cad. No:60 Kat: 4
Tel: 0 366 212 29 29
Mucize,
enerjinizi korkularınıza değil, rüyalarınıza verdiğiniz zaman başlar.
BEYAZ BULUT...
Beyaz bir bulut rüzgar nereye götürürse oraya sürüklenir, direnmez, mücadele etmez. Beyaz bir bulut fatih değildir ve yine de her şeyin üzerinde süzülür. Onu ele geçiremezsin, alt edemezsin. Ele geçirecek zihin yoktur. İşte bu yüzden onu alt edemezsin.
Bir hedefe, amaca, kadere, anlama kilitlendiğin zaman, bir yere ulaşmanın deliliğine sahip olduğun zaman sorunlar çıkar. Ve yenilirsin, bu kesindir. Yenilgin varoluşun doğasında vardır.
Beyaz bulutun gidecek yeri yoktur. Hareket eder, her yere gider. Tüm boyutlar ona aittir, tüm yönler ona aittir. Hiçbir şey reddedilmez. Her şey öyledir, var olur, eksiksiz bir kabullenebilirlik içindedir. İşte bu yüzden benim yoluma ‘beyaz bulutların yolu’ diyorum. Beyaz bulutun yolu patikasız bir patika, yolsuz bir yoldur. Hareket etmek, ama sabit bir zihinle değil, zihinsizce hareket etmek…
Bu yüzden ben beyaz bulutum ve tüm çabam seni de gökyüzünde sürüklenen beyaz bulut yapmak. Gidecek hiçbir yer olmadan, hiçbir yerden gelmeden, yalnızca o anda, orada olarak. Mükemmel.
(alıntı)
DOMATES
Herkes beslenme çantasını açarken, o naylon bir poşeti açmaya çalışıyordu midesi bulanarak. Açmasa iyiydi ya, daha da ezilmek gibi geliyordu. Ezilmeyi hiç sevmezdi.
Açtı sonunda. Yanındaki sıra arkadaşı baktı şöyle bir ne var içinde diye. Belki paylaşabilirlerdi öyle ya. Sonra sürpriz bir şey çıkmayınca suratını buruşturdu . O, hemen " Ben domatesi çok severim de " dedi. " Başka şey yemek istemiyorum." Sonra inandırıcılığını görmek için olsa gerek yüzüne baktı arkadaşının. Göremedi bir belirti. İnandırabilmiş miydi acaba? Deli gibi merak etti.
Soramazdı ki...
Hani bir an önce ısırmak istermiş gibi uzandı domatesine. Bilmem kaçıncı kere uzanıyordu bu el bu domateslere... Isırdı hemen. Ağzında yine o ekşi tat. Yüzünü buruşturmak istedi. İstedi de yapamazdı. Herkes biliyordu ki o domatesi çok severdi.
"Bir gün dedi bir gün hiç domates yemeyeceğim."
......
DİREN !!!
Dünya tersine dönmüş olsa
Döndürebilir misin geri..
Düşen yıldızları toplayabilir misin tek tek
Uzanıp yükseklere, takabilir misin yerlerine hepsini.
Kolların yorulsa bile direnir misin.
Gökyüzünü tekrar göğe çıkarabilir misin?
İndirebilir misin tekrar toprağı yere...
Bıkmadan tek tek dikebilir misin ağaçları
Çiçekleri yaprakları takabilir misin yerlerine
Güneşi yerine yerleştirip aydınlatabilir misin dünyayı yeniden
Suları akıtıp gökyüzünden şelale misali
Doldurup denizler yapabilir misin
Tek tek arayıp denizin çocuklarını
Verebilir misin kucağına...
Susuz kalan deniz kızını yaşatabilir misin
Çocukların yüzüne neşeyi koyabilir misin tekrar
Gülümsetebilir misin?
Ve sonra
Her şeyin yerine yerleştiğini görüp
Tekrar başlayabilir misin...
Demek ki sen her şeye direnebilirsin....
Döndürebilir misin geri..
Düşen yıldızları toplayabilir misin tek tek
Uzanıp yükseklere, takabilir misin yerlerine hepsini.
Kolların yorulsa bile direnir misin.
Gökyüzünü tekrar göğe çıkarabilir misin?
İndirebilir misin tekrar toprağı yere...
Bıkmadan tek tek dikebilir misin ağaçları
Çiçekleri yaprakları takabilir misin yerlerine
Güneşi yerine yerleştirip aydınlatabilir misin dünyayı yeniden
Suları akıtıp gökyüzünden şelale misali
Doldurup denizler yapabilir misin
Tek tek arayıp denizin çocuklarını
Verebilir misin kucağına...
Susuz kalan deniz kızını yaşatabilir misin
Çocukların yüzüne neşeyi koyabilir misin tekrar
Gülümsetebilir misin?
Ve sonra
Her şeyin yerine yerleştiğini görüp
Tekrar başlayabilir misin...
Demek ki sen her şeye direnebilirsin....
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)